Lazer epilasyon Dünya Sağlık Örgütü’nün onayladığı kalıcı epilasyon yöntemidir. Tıbbi bir uygulama olduğu için lazer yalnızca doktor olan merkezlerde uygulanabilir. Kuaför ve güzellik salonlarında lazer epilasyon yapılması sakıncalıdır! Kuaför ve güzellik salonlarında uygulanan IPL yani fotoepilasyon cihazları lazer değildir! Bazı markaların evlerde laser epilasyon adı altında sattıkları cihazlar da yine aynı şekilde laser değil fotoepilasyon …
Kendi diş macunumuzu doğal malzemelerle yapabilir miyiz? Cevap; evet 🙂 Malzemeler:1 çay kaşığı karbonatBirkaç damla nane veya limon yağıBirkaç damla su Yapılışı:Tüm malzemeleri sırasıyla temiz bir kasenin içerisine koyun ve macun kıvamına gelene kadar karıştırın.Malzeme miktarını aynı oranda artırarak tek seferde daha fazla diş macunu da yapabilirsiniz.Diş macununuzu hava geçirmeyen, kapalı bir kutuda saklayın.Malzeme olarak …
‘’Hayatı yaşamak istedim, başka bir hayatı. Her gün aynı yere gitmek, aynı insanları görmek ve aynı işi yapmak istemedim. İlgi çeken zorluklar istedim.’’Harrison FordBecerikliler elleriyle ve gözleriyle keşfetmeyi, etraflarındaki dünyaya havalı bir mantıkçılık ve şevkli bir merakla dokunmayı ve incelemeyi severler. Bu kişilik tipine sahip insanlar doğal yapımcılardır, bir projeden ötekine geçerler, faydalı ve sadece eğlence için fuzuli şeyler inşa ederler ve ilerledikçe kendi çevrelerinden daha fazla şey öğrenirler. Genelde teknisyen ya da mühendis olan becerikli kişilikler için, ellerini kirletmekten, bir şeyleri parçalarına ayırmaktan ve daha sonra onları önceki hallerinden biraz daha iyi bir şekilde bir araya getirmekten daha büyük zevk yoktur.Becerikliler fikirleri yaratma, sorun çözme, deneme ve yanılma ile ilk elden deneyim yollarıyla keşfederler. Bu kişilikler başkalarının kendi projelerine ilgi göstermesinden hoşlanırlar ve bazen onları kendi alanlarına almaktan rahatsızlık bile duymazlar. Elbette bu, söz konusu insanlar beceriklilerin prensipleri ve özgürlüklerine müdahale etmediği sürece gerçekleşir ve katılımcılar, beceriklilerin ilgiye kibarca karşılık vermesine de açık olmalıdır.Becerikli kişilik tipine sahip insanlar, özellikle değer verdikleri insanlara yardım etmekten ve deneyimlerini paylaşmaktan keyif alırlar. Çok az bulunmaları talihsizliktir, çünkü nüfusun yaklaşık sadece yüzde beşini oluştururlar. Becerikli kişilik tipindeki kadınlar özellikle nadirdir ve toplumun beklediği tipik cinsiyet rollerini onlardan beklemek uygunsuz bir seçim olur; çoğu zaman genç yaşlarından itibaren erkek Fatma olarak görülürler.HELE BİR TERS DÜŞMEYE CÜRET ETÇekingen doğaları ve pratik konulara olan eğilimleri bu kişilikleri ilk bakışta basit gösterse de, becerikliler aslında oldukça çözülmesi güç tiplerdir. Arkadaş canlısı ama oldukça kendinden bahsetmekten kaçınan, sakin ama birdenbire spontane olan, aşırı meraklı ama resmi çalışmalar üzerinde odaklı kalamayan becerikli kişilikler, arkadaşları ve sevdikleri için bile öngörülmesi zor tipler olabilir. Becerikliler bir süreliğine çok sadık ve istikrarlı görünebilir, ancak uyarı vermeden patlayabilen dürtüsel bir enerji depolamaya ve ilgilerini cesur şekilde yeni yönlere kaydırmaya meyillidirler.Ancak becerikliler, bu sismik kaymaları yaparken bir çeşit görsel maceradan çok, sadece yeni bir ilgi odağının yaşanabilirliğini keşfediyordur.Beceriklilerin kararları, pratik bir gerçekçilik hissinden ortaya çıkar ve kalplerinde güçlü bir doğrudan adalet hissi vardır; bu “sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma” tavrı, beceriklilerin birçok kafa karıştırıcı özelliğini açıklama konusunda gerçekten yardımcı olur. Gereğinden fazla temkinli olmaktansa, başkalarının ayağına basmaktan kaçarak, kendi ayaklarına basılmasını önleyen becerikli kişilik tipine sahip insanlar, genelde sınırları zorlar, dengi kadar iyi ya da kötü misillemeyi adil oyun olarak kabul ederler.Becerikli kişiliklerin yüz yüze kalabilecekleri en büyük mesele, çok fevri hareket edip, kendi hoşgörülü doğalarını kanıksamaları ve herkesin de aynı olduğunu düşünmeleridir. Düşüncesiz bir şaka yapmak konusunda sırayı kimseye kaptırmazlar, bir başkasının projesinde ziyadesiyle fazla biçimde yer alırlar, patırtı ederek etrafta dolanırlar veya daha ilgi çekici bir şey karşılarına çıktığından dolayı planlarını aniden değiştirirler.HERKESİN SİZİNLE AYNI FİKİRDE OLMASI KADAR SIKICI BİR ŞEY YOKTURBecerikliler zamanla diğer birçok kişilik tipinin, kurallar ve kabul edilebilir davranışlar üzerine kendilerinden daha katı bir şekilde çizilmiş çizgileri olduğunu öğrenirler; daha hassas kişilikler çoğunlukla düşüncesiz bir şaka duymak istemez ve kesinlikle benzer bir şaka ile misilleme yapmaz ve karşı taraf istekli olsa dahi eşek şakasına dahil olmayı tercih etmez. Eğer bir durum çoktan duygusal olarak güdümlenmiş ise, bu sınırları ihlal etmek devasa bir biçimde geri tepebilir.Becerikliler özellikle duyguları tahmin etme konusunda güçlük çekerler, ancak beceriklilerin duygularını ve motivasyonlarını ölçmenin ne kadar zor olduğu düşünülürse bu onların adaletinin sadece doğal bir uzantısıdır. Ancak, empatiden çok hareketleri aracılığıyla ilişkilerini keşfetme eğilimleri, oldukça hayal kırıklığı yaratan bazı durumlara neden olabilir. Becerikli kişilik tipine sahip insanlar sınırlar ve talimatlarla zorluk yaşarlar, eğer yapmaları gerekirse sınırların etrafından dolaşmak ve renklendirmek için özgürlüğü tercih ederler.Tarzlarını, yaratıcılıklarıyla birleşmiş tahmin edilemezliklerini, espri anlayışlarını, pratik çözümler ve unsurlar yaratmak için göreve hazır yaklaşımlarını anlayan iyi arkadaşlarının olacağı bir çalışma ortamı bulmak, becerikli kişiliklere faydalı kutular inşa edebilecekleri ve onlara dışarından hayran kalabilecekleri birçok mutlu yıl sağlayacaktır.KAYNAK: www.16personalities.com/tr/
Avrupa’daysanız bisküvi, Amerika’daysanız ise kurabiye denilen bir Noel klasiği tarifim var bugün. Bizim de damak tadımıza çok uyan bu klasiğin internette çeşit çeşit tariflerini bulabiliyoruz. Bu da benden olsun. 🙂 Malzemeler 140 gram tereyağı 3/4 (bir yarım+bir çeyrek) su bardağı toz şeker 1 adet yumurta sarısı 3,5 su bardağı un 1 paket kabartma tozu yarım …
Gıda uzmanları toksinlerle ve kimyasallarla dolu malzemeleri gün ışığına çıkarıyorlar. Buna ek olarak, daha sağlıklı bir beslenme ve yaşam için küçük değişiklikler öne sürüyorlar. Farklı alanlardan uzmanlar bu sekiz yemeği neden yemediklerini açıklıyor.Temiz beslenme demek, meyveleri, sebzeleri ve etleri seçerken onların yetiştirilirken ve satım aşamasına gelene kadar en az işlemden geçmiş olanlarını seçmek demektir. Az işlemden geçmiş olanlar genellikle organiktir ve eser miktarda katkı maddesi içerir—eğer ki konmuşsa tabi. Ama ne yazık ki günümüz gıda sektöründe kullanılan metotlar ne temiz ne de sürdürülebilir nitelikte.Bu durum hem bize hem de çevreye zararlı olmaktan öteye gidemiyor. İşte bu nedenle biz de yemeğe, hayatlarını neyin yararlı neyin zararlı olduğunu keşfederek geçiren insanların temiz pencerelerinden bir göz atalım dedik. Onlara çok basit bir soru sorduk: “Hangi yemeklerden uzak durmalı?” Her ne kadar verdikleri cevaplar bir “yasak yemekler” listesi oluşturmuyor olsa da öne sürülen alternatifler bizlerin sağlıklı olmasına yardımcı olacaktır.Bir Endokrinoloğun Yemeyeceği:Domates konservesi.Bisfenol-A üzerine çalışmalar yapan Fredrick Vom Saal, Missouri Üniversitesinde bir endokrinolog.Sorun: Teneke kutuların içine atılan reçine astar, bisfenol-A içermektedir. Bu sentetik östrojen, üreme bozukluklarından tutun da kalp hastalıkları, diyabet ve aşırı şişmanlığa kadar birçok hastalıkla bağlantılıdır. Ne yazık ki asitlik (ki domateslerin öne çıkan bir özelliğidir) BPA (Bisfenol-A)’nın yemeğinize bulaşmasına sebep olur. Araştırmalar gösteriyor ki, birçok insanın vücudundaki BPA oranı sperm üretimini engelleyecek ya da hayvan yumurtalarında kromozomal hasar yaratacak seviyeleri aşmış durumda. Vom Saal “Domates konservesi başına 50 mikrogram BPA tüketiriz ve bu miktar da insanları özellikle gençleri etkilemeye yetiyor.” dedi. “Domates konservelerine elimi bile sürmem.”Çözüm: Reçine astarı istemeyen cam kavanozlardaki domatesleri tercih edin.Bir Çiftçinin Yemeyeceği:Mısırla beslenmiş besili sığır eti. Joel Salatin, Polyface Çifliğinin eş sahibi ve sürdürülebilir çiftçilik üzerine yarım düzine kitabın yazarıdır.Sorun: Evrimsel gelişimlerine göre sığırlar ot yemelilerdir, tahıl değil. Ama günümüz çiftçileri sığırlarını mısır ve soya fasulyesiyle besliyor ki bu da sığırların kesime uygun kiloya normalden daha çabuk erişmesini sağlıyor. Fakat sığır çiftçilerinin cebine daha çok para girmesi (ve tabi marketlerde daha ucuz fiyatlar görmek) demek bizim için çok daha az besleyici et demektir. USDA (Amerika Tarım Bakanlığı) ve Clemson Üniversitesi’nden katılımcılar tarafından yeni yapılan geniş çaplı bir araştırma sonucunda, beta-karoten, E vitamini, omega-3ler, kökteş linoleik asit (CLA), kalsiyum, magnezyum ve potasyum oranının otla beslenmiş sığır etinde mısırla beslenmiş besili sığır etinde olduğundan daha yüksek çıktığı bulunmuş; enflamatuar omega-6lar ve kalp hastalıklarıyla ilişkilendirilen doymuş yağın otla beslenen sığır etinde daha az olduğu keşfedilmiştir.Çözüm: “İneklerin otçul olduğu gerçeğini göz ardı etmememiz, onları mısır ve tavuk gübresiyle beslememiz gerekir.” diyor Salatin.Bir Toksikoloğun Yemeyeceği:Mikrodalgada patlamış mısır. Olga Naidenko, Environmental Working Group’un üst düzey bilim insanıdır.Sorun: UCLA (Kaliforniya Los Angeles Üniversitesi) tarafından yapılan bir araştırmaya göre perflorooktanoik asit (PFOA) de dâhil olmak üzere, mikrodalga patlamış mısırların paketlerinin astarı için kullanılan kimyasalların insanlardaki kısırlıkla bağlantısı olabilirmiş.Hayvan deneylerinde, kimyasalların laboratuvar hayvanlarında karaciğer, testis ve pankreas kanserine sebep olduğu tespit edilmiş. Araştırmalar gösteriyor ki mikrodalgalar kimyasalların buharlaşmasına ve patlamış mısıra karışmasına neden oluyor. “Vücutta yıllarca kalıp, kanla birlikte hareket ediyorlar” diyor Naidenko. Araştırmacıları endişelendiren, insanlardaki kimyasal seviyesinin kansere yol açan düzeye gelmesi.Çözüm: Eski usul mısır patlatın. Tencerede! Aromalar için, hakiki tereyağı ya da dereotu, kurutulmuş sebze taneleri ya da çorbalık malzeme kullanabilirsiniz. Bir Çiftlik Müdürünün Yemeyeceği:Organik olmayan patates. Jeffrey Moyer Ulusal Organik Standartların başkanı.Sorun: Kök sebzeler toprakta olan otkıran, böcek ilaçlarını ve mantarkıranları emerler. Patateslere gelirsek –ki Amerika’nın en çok tüketilen sebzesidir– onlar büyüme mevsimlerinde mantarkıranlarla aşılanıp hasat mevsiminden önce lifli filizleri öldürmek için otkıranlarla ilaçlanırlar. Hasat edildikten sonra, patatesler tomurcuklanmasın diye yine aşılanırlar. Bunu bir deneyin: Herhangi bir marketten sıradan bir patates alın ve onu tomurcuklandırmaya çalışın. Tomurcuklanmayacaktır.” diyor, Rodale Enstitüsünde (Prevention’ın yayıncısı olan Rodale A.Ş.nin sahip olduğu enstitü) çiftlik müdürü, Moyer. “Ne olursa olsun kendi sattığı patatesleri yemeyeceklerini söyleyen patates yetiştiricileriyle konuştum. Öğrendiğime göre, kendileri için yetiştirdikleri patatesler için bütün o kimyasallardan uzak bir arsaları varmış.”Çözüm: Doğal patatesler alın. Zaten patatesin içine işlemiş kimyasalları ne kadar yıkarsanız yıkayın, boşa çabalamış olursunuz.Bir Su Ürünleri Uzmanının Yemeyeceği:Çiftlik somonu. Dr. David Carpenter, Albany Üniversitesindeki Sağlık ve Çevre Enstitüsünün başkanı, Science dergisinde balık kirlenmesi üzerine yaptığı geniş çaplı bir araştırma yayınladı.Sorun: ‘’Doğa ananın, somonların çitler arasına hapsedilip soya, kümes pisliği ve hidrolize edilmiş tavuk tüyleriyle beslenmesini istemediğinden eminim. Sonuç olarak, çiftlik somonu D vitamini açısından fakir ve kanserojendir, birincil biliyer siroz, bromlu flam geciktiriciler ve dioksin, DDT gibi böcek ilaçları içeren kirleticiler bakımından zengin hâle geliyor.’’Carpenter’a göre, Amerikan mönülerinde bulunabilecek olan kirlenmiş somonlar Kuzey Avrupa’dan geliyor. “Bu tarz somonları kanser riskini yükseltmemek için 5 ayda bir yiyebilirsiniz.” diyor 2004 balık kirlenmesi çalışması medyanın yoğun ilgisiyle karşılanmış olan Carpenter. Başlangıç niteliğindeki bilimsel çalışmalar aynı zamanda DDT’yi diyabetle ve obeziteyle ilişkilendirdi fakat bazı beslenme uzmanları omega-3’lerin riskleri göz ardı etmeye yeteceğine inanıyor. Bu balıkları yetiştirirken kullanılan yüksek dozlardaki antibiyotik ve böcek ilaçları da endişelendirici nitelikte. Çiftlik somonlarını yediğinizde, midenizi aynı ilaçlar ve kimyasallarla dolduruyorsunuz.Çözüm: Doğal olarak avlanmış Alaska somununu tercih edin. Eğer paketin üzerinde taze Atlantik diyorsa, çiftlik balığıdır.Bir Kanser Araştırmacısının İçmeyeceği:Yapay hormonlarla üretilmiş süt. Rick North Oregon Sosyal Sorumluluk İçin Tabiplerin Güvenli Yemek Kampanyası’nın proje müdürü ve Amerikan Kanser Topluluğu’nu Oregon ayağı CEO’su.Sorun: Süt üreticileri süt ineklerini rekombinant büyükbaş büyüme hormonuyla (rBGH ya da rBST olarak da bilinirler) aşılayarak süt üretimini hızlandırıyorlar. Ama rBGH inek memesinde iltihap oluşumuna yol açmanın yanı sıra iltihabın süte de karışmasına neden oluyor. İnsülin benzeri diye adlandırılan bir büyüme faktörünün de sütte yüksek dozlarda bulunmasına sebep oluyor. İnsanlarda, yüksek dozda IGF-1 meme, prostat ve kolon kanserine yol açabiliyor. “Hükümet rBGH’yi onayladığında, sütten gelen IGF-1’in sindirim kanallarından geçmesine olanak sağlayacağını düşündüler.” diyor North. “Gelgelelim, birçok endüstrileşmiş ülkede yasak.”Çözüm: Pastörize edilmemiş süt veya rBGHsiz, rBSTsiz, yapay hormonlarla üretilmemiş süt alın ya da organik süt tüketin.Marketlerde Satılan Soyayı Yemeyen Biyo-teknoloji Uzmanı:GDO’lu Fermantasyon Geçirmemiş Soya. Michael Harris genetiğiyle oynanmış yemekleri içeren biyo-teknoloji sektöründe birçok proje yürütmüş bir uzman. Xenon Eczacılık ve Genon Şirketi gibi şirketlerde danışmanlık ve yönetim kadrosunda görev almıştır.Sorun: Genetiği değiştirilmiş yemekler DNA üzerinde yapılan oynamaları ve bir türden başka bir türe genetik kodların aktarılmasını içerdiği için büyük bir endişe kaynağı haline geldi. Fermantasyon geçirmiş soya insanların tüketimi için uygun olan tek soyadır ve dünyadaki soyanın ’ının genetiği değiştirildiğinden, eğer tükettiğiniz soyanın organik olduğundan emin değilseniz, uzun süreli sağlık sorunları sizin için kaçınılmaz. Hele de soyanın hormonal dengeleri etkilediğini ve kansere bile yol açtığını göz önüne aldığımızda, tehlikenin asıl boyutu ortaya çıkıyor.Çözüm: Soyanın üzerindeki ibareleri incelerken GDO’lu olmamasına ya da doğal olmasına dikkat edin. Asla ama asla, fermantasyon geçirmemiş soyayı tüketmeyin. Eğer mümkünse şirketle iletişime geçerek GDO’suz soyanın tam olarak nereden geldiğini öğrenin. Organik Yiyecek Uzmanlarının Yemeyeceği:Marketlerde satılan elmalar. Tarım endüstrisinin eski başkanı, organik yiyecekleri destekleyen bir tarım politikası güden araştırma grubu Cornucopia Enstitüsü’nün müdür yardımcısı.Sorun: Eğer sonbahar mevsiminin meyveleri “en çok böcek ilacına maruz kalan meyve” yarışması düzenleseydi, elma kazanırdı. Neden mi? Çünkü ağaçta yetiştikleri için sürekli aşılanıyorlar ki elmanın her çeşidi tadını korusun. Hâl böyle olunca da, elmalar böceklere karşı direnç geliştiremiyor ve sürekli ilaçlanmaları gerekiyor. Meyve endüstrisi bu işlemlerin zararlı olmadığını öne sürüyor. Ama Kastel kimyasallara en az maruz kalmış ürünü tercih edersek biz de zararlarından o kadar korunmuş oluruz diyerek karşılık veriyor. “Çiftlik çalışanlarının birçok kanser türüne yakalanma olasılıkları daha yüksek.” diyor. Ve sayıca artan bilimsel araştırmalar Parkinson hastalığıyla vücutta biriken her tür böcek ilacıyla alakalı olduğunu göstermeye başlıyor.Çözüm: Organik elma alın.Kaynak: www.trueactivist.com/8-foods-even-the-experts-wont-eatNilay Gündüz
Yurtdışı seyahati yapma durumunda olup da test yaptırmak isteyenler il sağlık müdürlüklerinin belirlediği yerlerde, numune alınarak yetkilendirilmiş laboratuvarlarda ücretli olarak testlerini yaptırabiliyorlar. Yetkilendirilmiş Covid-19 Tanı Laboratuvarları listesine buradan ulaşabilirsiniz.Testin ücretini yaptıracağınız yerin veznesinden ödeyebilir ya da sağlık merkezinin bildireceği hesap numarasına yatırabilirsiniz. Test süreci ise şöyle işliyor;Adım:İl sağlık müdürlükleri tarafından belirlenen yerlerde ve belirlenen kişilerce alınacak olan PCR numuneleri, Bakanlıkça yetkilendirilmiş Covid-19 tanı laboratuvarları arasından il sağlık müdürlüğünce belirlenerek incelemeler yapılacak.Adım:Vatandaş olup olmadığı fark etmeksizin tüm kişiler, yurt dışına çıkışlarını gösteren belgeleri ile birlikte il sağlık müdürlüğünce belirlenen yerlere başvuracaklar. Bu esnada 250 Türk Lirası'nı da inceleme bedeli olarak verilen hesap numarasına yatıracaklar ve dekontu gösterecekler.Adım:Yapılan testin sonucuna E-Nabız üzerinden ulaşabilirsiniz. Ayrıca bir onay istenmiyor. Eğer E-Nabız kullanmıyorsanız, il sağlık müdürlükleri tarafından belirlenen merkezlerden sonucunuzu alabilirsiniz.Eğer görevli olarak yurt dışına çıkacaksınız sizden ücret alınmıyor. Bunun için görev belgenizi göstermeniz gerekiyor.Antalya, İzmir, Dalaman ve Bodrum’daki havalimanlarında, Türkiye'den yurt dışına gidecek olanlar veya yurt dışından gelenler PCR testini ücret ödeyerek (250TL) yaptırabiliyorlar. Havalimanında test yaptırırken başvuru formunuzu, uçak biletinizi veya rezervasyonunuzu içeren belgeyi, kimlik veya pasaportunuzu ve test ücreti dekontunu göstermeniz gerekiyor.Bu arada ne halk sağlığı merkezlerinde ne de havalimanlarındaki test merkezlerinde PCR testi yaptırmak için randevu alınmıyor. Sıraya girip bekliyorsunuz.Laboratuvarın yoğunluğuna göre PCR testi sonucu için süreç değişebilir ama ortalama 2 ila 4 saat arasında sonucun verildiği söyleniyor. Eğer test pozitif çıkarsa, tanı konmadan önce emin olmak adına test 3 kere tekrarlanabilir. Test sonucu için en iyisi 1 günlük bir süreyi siz kendinize verin. Hızlı tanı testlerinde ise 15 dakika içinde sonuç elde edilebiliyor fakat aynı zamanda güvenirliklerinin daha düşük olduğu da belirtiliyor.PCR'ın dışında Covid-19 antikor testi de yapılabiliyor. Kısa süre içinde bu hastalığı geçirip geçirmediğiniz bu test ile öğrenilebiliyor.Antijen testi aktif hastalığı, akut enfeksiyonun varlığını tanımlayan bir testtir. Antikor testi ise daha önce enfeksiyon geçirip geçirmediğinizi tespit eder. Virüse karşı bağışıklık kazanıp kazanmadığınızın da bilgisini söyler.Testin geçerliliği ülkeden ülkeye değişebiliyor. Gideceğiniz ülkenin şartlarını detaylıca incelemelisiniz.Nilay Gündüz
Korona virüsün hayatımızı yakında terk etmeyeceği gerçeğini göz önüne aldığımızda virüsün yayılımını engellemek için maske kullanımının gerekli bir önlem olduğu aşikar. Sorumluluk sahibi insanlar olarak her ne kadar bize yabancı olsa ve bizi rahatsız hissettirse de hem kendimizin hem de başkalarının sağlığını korumak görevimiz. Ancak bu maskelerin sebep olduğu, özellikle de uzun süreler takılmaları durumunda …
Karşınızda çok basit, çok ucuza ve kolayca temin edebileceğiniz 3 materyal! Bildiğiniz maden suyu, herhangi bir aromatik yağ ve de boş minik bir sprey şişesi. Küçük bir sprey şişesine buzdolabından çıkardığınız maden suyunu dolduruyorsunuz. Damlalık da olabilir şırınga da olabilir, çay kaşığı da olabilir, hangisi işinize geliyorsa onunla çok az miktarda aromatik yağlardan şişeye …
Yalnızca kendi hayatımızı yaşarız. Ancak kitaplar vasıtası ile sayısız bilgelik kazanabilir, onlardan elde ettiğimiz çıkarımlarla şekil değiştirebiliriz.Bir yazar yazısını yazar, bitirdikten sonra baştan sona okuyup yeniden şekillendirir. Nihai olarak en son hâlini verip, düzenlediğinde dolaşıma bırakır.Yarattığı sözlerin gücüne ise tam da bu noktadan sonra şahit olmaya başlar. Başkalarını etkileme veya etkileyememe, değiştirme ya da değiştirememe gibi sonuçlar bir yol haritası çıkarır ve tüm bunlar tıpkı bilim gibi, yeni bir teknolojik icadın çıktığı yolculuğa benzetilebilir.Bilge bir kişiliğin sizinkilerden daha mükemmel olduğuna inandığınız yazılarını okuduğunuzda onun düşüncelerinde medite olmuş vakitler geçirirsiniz.Aslında teknolojiler, kitaplar, düşünceler hiçbiri bizden değerli değil. Aksine biz olmasak anlamsız yığınlardan öteye geçemezler.Onları değerli kılan bizlerin yaklaşımlarıdır. Ve teknolojiye çığır açtıran bizleriz. Yazarlar bizim sayemizde bilgeler, markalar bizim sayemizde dünyanın en çok tercih edilenleridir.Nootropik ilaç olarak adlandırılan bazı ilaçlar alındığında kişinin dikkat artışı, öğrenme kolaylığı gibi özelliklerinde az miktarda değişiklik olduğu gözlemlenir. Bahsi geçen birkaç yeni yapımda nootropi çok abartılsa da, aslında etkisi sınırlıdır.Fakat bu etkiyi güçlendirmek, kalıcı olmasını sağlamak, hatta hayatınızı değiştirmesine izin vermek sizin elinizde. Okuyarak!Her ilacın etkisi geçicidir. Ancak düzenli okuma yapmak kalıcı bir şekilde zihninizi yükseltir ve bir ömür boyu fayda sağlar. Üstelik kitapların yan etkileri asıl etkilerinden de faydalı.Okuma alışkanlığını her gün belirli dozda almanız gereken bir ilaç olarak düşünün. Misal elli mg eşittir elli sayfa gibi. Bu ilaç bağımlılık yaratan bir ilaç olsun ve kullanmadığınız zaman yoksunluk çekeceğinize, sefil duruma düşeceğinize, algılarınızın, bakış açınızın daralıp zamanla beyninizin işlevselliğini yitireceğine sizi inandırsın.Bir toplulukta kitap bağımlısı olduğunu söylemek, sigara bağımlısıyım belirtmekten daha havalı olsa gerek.Sadece belli bir süre okuma yaptıktan sonra kendinizde izleyeceğiniz değişimler bunu en doğru hali ile açıklayabilir. Kaldı ki bunun doğrusu yanlışı olduğuna da inanmak istemiyorum. Çünkü okumak oldukça öznel ve son derece kişisel bir eylem.Benim inandığım şey; kitap okuyarak aklımızı bilinç dahilinde bir başka kişinin akış durumuna geçirerek yeniden programlama gücü kazandığımız.Bilgelik benim açımdan açlık arzumu doyurabilen tek olgu. Çünkü bilgelik kazandıkça yani okuyup başka hayatları deneyimledikçe aşırı hoşnutsuzluk riskiniz ortadan kalkar. En değerlisi bilgeliğin yaşla hiç alakası olmadığını açık seçik yine, yeniden görmüş olursunuz.Zihinsel işletim sistemimizi güncel tutmayı başardığımızda, ana uygulamalarımız, yani konuşma, yazma ve iletişim kurma eylemleri hep daha hızlı ve sorunsuz çalışıyor ki bu bilindiği üzere tecrübe ile sabit.Umuyorum ki sizin sürümünüz de günceldir.Unutulmamalıdır ki en iyi kitaplar, yazar yaşamın akış hâline dahil olabildiğinde yazılır. Anlatıcı bu sayede az bilgi, çok bilgelikle ilhamını ya da görüşlerini hayatın akışından toparladıkları aracılığıyla karşı tarafa iletebilir. Kargaşaya gerek kalmadan okuyucuya fikirlerini taşır ve onu kendi akış durumuna getirdiğinde sihir gerçekleşmiş olur. Zihinsel işletim sisteminiz güncellenir. Yeni sürümünüzde yeni özellikler ve daha işlevsel kısayollar görünür hâle gelir.Sürecin işleyişini yukarıda metaforik olarak böyle özetleyebiliriz.KAYNAK: Gürcan Öztürk / Matematiksek / Komplike Dergi
Sabahları klasik kahvaltı yerine insan bazen değişik lezzetler arayabiliyor. Ya da misafiriniz gelecek ve evlerde genelde bulunan malzemelerle şipşak bir atıştırmalık hazırlamanız gerekiyor. Bu gibi durumlarda çabucak hazırlayabileceğiniz ve sıcak sıcak tüketilebilecek bir kanepe tarifiyle bugün sizlerleyim. Gelelim kanepelerimizin malzemesine ve yapımına. Malzeme 8 adet mini hamburger ekmeği (8’li ya da 10’lu paketler halinde marketlerin …
Sizlerle süper bir interaktif grafik paylaşmak istiyorum! Doğum yeri ve doğum tarihinizi yazıyorsunuz, doğduğunuzdan beri orada iklim nasıl değişmiş görebiliyorsunuz. Hatta gelecekte nasıl olacak onu da tahmin ediyor. Başka herhangi bir şehri de yazabilirsiniz. Merakın sınırı yok. 🙂 Hadi bakalım tıktık ! https://www.nytimes.com/interactive/2018/08/30/climate/how-much-hotter-is-your-hometown.html Nilay Gündüz PaylaşPaylaşKaydetViews: 58 Bunları da okumak isteyebilirsiniz; Merak Bilmediklerimizden Değil, …
Hemşirelik deyince akla ilk gelen isimlerden birisi, modern hemşireliğin kurucusu olarak tarihe geçen, Florence Nightingale’dir. Ancak kendisinin pek de bilinmeyen bir yönü vardır; iyi bir matematikçi ve istatistikçi olması. Diğer birçok kadın gibi başkaldırı ve mücadele dolu geçen hayatına kısaca göz atalım.Florence Nightingale, 12 Mayıs 1820’de Floransa, İtalya’da entelektüel ve varlıklı bir ailenin kızı olarak dünyaya geldi. Ailesinin geniş olan sosyal çevresi onun küçük yaşlardan itibaren yazarlar, şairler, politikacılarla dolu bir çevrede büyümesini sağladı. Babası tarafından eğitilen Florence, Yunanca, Latince, Fransızca, Almanca, İtalyanca, tarih, felsefe ve matematik konusunda bilgili, aydın bir kadın olarak yetişti.Tüm olumlu şartlara rağmen mutsuz bir çocuk ve genç kadındı. Zenginlik, gösteriş onun için bir şey ifade etmiyordu. İçinde bitmek bilmeyen bir değişim arzusu vardı, bir kadın olarak kendisine bahşedilen rolleri üstlenmek ve sürdürmek fikri onu giderek daha da sinirli ve asi bir ruha büründürüyordu. Uykusuz geçen geceler boyunca, kendisinin neden diğer kadınlar gibi düşünmediğini sorguladı ve sonunda kendince bir cevap buldu, bu Tanrının bir isteği idi. O, Tanrı adına hizmet etmek için yaratılmıştı.Yirmi yaşına basmadan öğrenimini matematik alanına kaydırmak istedi ancak bu isteği ailesi özellikle annesi tarafından hoş karşılanmadı. Annesine göre matematik bir kadının pek bir işine yaramazdı. Kararlı olan Florence sonunda mücadeleyi kazandı. Zamanın ünlü matematikçilerinden aritmetik, geometri ve cebir dersleri aldı, öğrendiği bilgileri çevresindeki çocukları eğitmek için kullandı. Bugün British Museum’da, kendi el yazısı ile hazırladığı aritmetik ve geometri ders planları bulunmaktadır. Planlarına göz atan biri onun ezberci değil, sorgulayıcı bir yöntem izlediğini gözlemleyebilir.Geniş bir ilgi yelpazesine sahipti aslında. Yirmi beş yaşında sağlık sorunlarıyla ilgilenmeye başladı. Hemşirelik ilgisini çekti. Aynı matematikte olduğu gibi, ailesi hemşireliğin de Nightingale’e göre olmadığını düşündü. Bu meslek onları küçük düşürecekti çünkü 1800’lü yılların ortasında, İngiltere’de hemşirelik cahil kadınların bir uğraşı olarak görülüyordu. Özellikle annesinin ve kız kardeşinin itirazlarına rağmen Florence 32 yaşında özgürlüğünü kazandı.Ailesi ile Avrupa ve Mısır’ı dolaşırken çeşitli hastane sistemlerini öğrenme fırsatı bulmuştu zaten. Almanya ve Fransa’da eğitimine devam etti. Londra’da kadın hastaların bakıldığı bir hastanenin yöneticisi oldu. Hastanelerin temizliği ve düzeni konusundaki bilgisi ve yeteneği kısa sürede anlaşıldı ve aradığı fırsat 1854′te karşısına çıktı.İngiltere, Fransa ve Osmanlı İmparatorluğunun Rusya’ya açtığı Kırım Savaş’ında İngiliz sağlık teşkilatı çok hazırlıksızdı. Kırım Savaşı’ndaki yaralı askerler İstanbul’a getiriliyor, bunlardan Fransızlar Taşkışla, İngilizler ise Selimiye Kışlası’nda tedavi ediliyorlardı. Ekim ayında yaralı İngiliz askerlerinin çok kötü koşullarda olduğu haberi İngiltere’ye ulaştı. Florence’ın hayatını değiştirecek kişi dostu Savaş Bakanı Sidney Herbert oldu.Sidney onu Türkiye’deki İngiliz Hastaneleri Kadın Hemşirelik Teşkilatı’nın başına getirdi. Florence ve 38 hemşire arkadaşı İstanbul’a gönderildi. Geldiklerinde hastanenin bakımsız olduğuna ve insanların savaşta aldıkları yaralardan çok sıtma ve bulaşıcı hastalıklardan öldüğüne tanık oldular. O dönemde daha bakteri nedir bilinmiyordu hastane gereğinden çok kalabalık, beslenme yetersiz, hijyen ise yok denecek kadar azdı. Florence için kötü bir diğer sürpriz ise hastane çalışanlarının tutumları oldu, sonuçta o zamana kadar barikatlarda yaralı olanların eşleri hariç hastabakıcı olarak kadınlar çalışmamıştı. Nightingale inatçı, sabırlı ve yoğun bir çalışmayla yiyecek, giyecek, çarşaf, sargı bezi ve araç gereç gibi eksikleri gidererek, hastanede bakımın düzenli ve sağlığa uygun olarak yapılmasını sağladı. Onun başarısı aslında hemşirelikten çok organizasyon becerisi oldu.Florence Türkiye’de yaklaşık 2 yıl kaldı, döndüğünde ülkesinde bir kahraman gibi karşılandı, elbette bunda biraz ülkesine düzenli olarak kendi yazdığı, biraz da hastanede tedavi gören askerlerin ailelerine yazdıkları mektuplarında payı vardı.Kraliçe Victoria, Nightingale’in çalışmalarını ‘’Nightingale Jewel” olarak bilinen gravür bir broş ile sunarak ödüllendirdi ve ona Britanya hükumetinden 250.000 $ ödül verdi.Nightingale bu parayı kendisi için harcamamaya karar verdi. 1860’da St. Thomas Hastanesi’nin içinde Nightingale Hemşireler Eğitim Okulunun kurulmasını finanse etti. Nightingale artık bir kahramandı, o elindeki lambası ile karanlığı aydınlatan bir ışıktı halk için. Victorian kadınların bir simgesi olarak ün kazanmasına karşın daha sonraki ve daha az tanınmış eseri, çok daha fazla hayat kurtardı aslında. Bu uygulamalı istatistikti…Nightingale savaştan döndüğünde, halk ona hayranlık duysa bile aslında tüm çabalarına karşın hastanede hastalıktan ölen binlerce insanı kurtaramamanın verdiği bir başarısızlık duygusu ile doluydu. Bir reform yapılması gerekiyordu. Hastanelerdeki sağlık sorunlarının istatistiksel analizlerini yapmaya başladı. İstatistiksel analizleri savaş sonrası askerlerin sağlık sorunlarını da kapsadı. Ve sonunda Kraliçe Victoria’yı ikna etmek için 830 sayfalık bir rapor hazırladı. Ancak sadece sözcükler yeterli değildi, raporunda kaç kişinin, nerede ve neden öldüğü hakkında geniş istatistik tablolarını derledi dikkat çekici tablolar ekledi bu rapora.Bu araştırması sırasında çalıştığı hastanedeki ölümlerin temel nedenini de anladı bir anda. Ölüm oranlarının düşmemesinin nedeni hastanedeki yetersiz beslenme, bakım ya da hijyen eksikliği değildi temelde. Esas sorun hastanenin altyapısı idi. Mart 1855’te Türkiye’ye bir ekip gönderildi ve hastanenin kanalizasyon sistemi yenilendi, havalandırma sistemi düzenlendi. Sonuçta ölümler yüzde 52’den yüzde 20’ye düştü.Hazırladığı diyagramlar, çizelgeler o kadar başarılı idi ki sonunda Kraliçe Victoria ikna oldu ve sağlık üzerine İngiltere’de Kraliyet Komisyonu’nun kurulmasına onay verdi.İstatistik tekniklerinin kullanılmasında gösterdiği ustalık Florence Nightingale’in 1858 yılında Royal Statistical Society’nin ilk kadın üyesi olarak seçilmesine neden oldu.Hiç evlenmedi Nightingale. Hastanede çalıştığı sırada yakalandığı Kırım ateşi olarak bilinen bir hastalık nedeniyle 38 yaşından itibaren neredeyse yatağa bağımlı kaldı, sağlığına tam olarak kavuşamadı. Ancak hasta yatağından kamuoyunu etkilemeye, araştırmalar yapmaya devam etti. 1859 yılında sivil hastanelerin nasıl düzgün bir şekilde çalıştırılacağına odaklanan “Hastane Notlarını” yayınladı.1910 yılında ölüm anına kadar hiç boş durmadı, ‘’ölümümden sonra gösterişli bir tören istemiyorum’’ demişti ve nitekim öyle oldu. Basit bir törenle bedeni Hampshire’da bulunan aile mezarlığına, dağıttığı umut da gelecek nesillere nakledildi.Bugün Haydarpaşa İngiliz Mezarlığı olarak bilinen yerde Florance Nightingile anısına 1857 yılında dikilmiş bir anıt bulunmaktadır. Bu anıtın üzerine 1954 yılında çakılan bronz plakada şunlar okunmaktadır: Bir asır önceki bu mezarlık yakınındaki çalışmaları insanlık acılarını azaltmış ve hemşirelik mesleğinin doğuşuna sebep olmuş Florance Nightingile anısına.Kaynaklar:agnesscott.edu/lriddle/women/night_educ.htmbiography.com/people/florence-nightingale-9423539sciencenews.org/article/florence-nightingale-passionate-statisticianMatematiksel / Sibel ÇağlarNilay Gündüz
Son yıllarda diyet tatlı tariflerine pek çok yerde rastlıyoruz. Refika’nın Mutfağı’nı izlerken bu tariflerden biri çıktı karşıma ve tarifte minik bir değişiklik yapıp malzemelere muz da ekleyerek evde yaptım ve sizlerle de paylaşmak istedim. Bu tarif belki de en yaygın diyet tatlı tariflerinden biridir, çünkü şeker içermeyişi ve ana madde olarak yulaf kullanılması eminim ki …
Kararlarımızı kendi irademiz ile verdiğimizden emin miyiz?İnsanın tüm karmaşası içinde bir düzen mi yatıyor? Yoksa bizler düzendeki karmaşa mıyız?Pierre-Simon (Marquis de) Laplace (1749-1827 Fransa) bu konuya oldukça önem kazanmış teorisi ile yorumunu katmıştır. Ancak bu noktadan önce, teoriyi daha net anlayabilmek adına determinizmden bahsetmeliyiz.Determinizm öğretisi (belirlenircilik) evrende gerçekleşen olayların yasalarla belirlenmiş olduğunu söyler. Özgür irade yanılsamadır. Bize özgü sandığımız hareketler ve kararlar determinizme göre bilimsel yasaların sonucudur.Bu öğreti bize, irademizin nedensellik denizinde atılan bir kulaç olduğunu mu söylüyor?Bilimsel yasalar ile işleyen evrenin vücut bulduğu bazı alanları düşünelim:Ahlak felsefesinde ’’İnsan ahlaki eylemlerinde gerçekten özgür mü?’’ sorusu üzerine düşünülmüştür. Nedensellik ilkesi zeminindeki determinizmce ahlak ve hukuk sınırları eylemlerimizi özgür seçimler olmaktan çıkarır. Başka bir örnekle, duygu durumumuzu biz değil bilinçaltı ve onun emirlerinin belirlediği düşünülür.Toplumsal açıdan toplumdaki değişkenlere göre irademiz belirlenir. Descartes bir nebze daha özgür iradeden bahsetmiş olsa da iradeden Tanrı ya da tanrısal özelliklere sahip insan olarak bahsetmiştir. Simon de Laplace ise ‘’makine gibi çalışan evren’’ benzetmesini yapmıştır. Evrenin makine gibi çalışmasını ve Laplace Şeytanı teorisini inceleyerek daha net bir resme ulaşabiliriz.Laplace, Olasılıklar Üzerine Denemeler kitabında bu teorisinin temelini atmıştır. Olasılık teorisini ve çan eğrisini ilk kez kullanan bilim insanının teoremine göre olaylar ve mevcut durum, iç içe geçmiş bağlı nedenler ve sonuçlardır. Şöyle söylenebilir: Bulunduğumuz an ya da evrenin mevcut hali geçmişin bir sonucu aynı zamanda geleceğin nedenidir. (Tıpkı Dark dizisindeki gibi.)Tarihsel gelişimde 1800’lü yıllarda rassal değişkenlik fikri geliştirildiği zaman, matematikçilerin nezdinde hakiki rassallığın işlevi yoktu. Daha ziyade şans, analiz ettiğimiz durumun tüm parametreleri hakkında tam bilgi sahibi olamayışımız ve bir deneyin sonucunu tahmin etme konusundaki yeteneksizliğimizin bir sonucu sayılmaktaydı. Laplace bunu şöyle açıklar:‘’Zamanın herhangi bir anında bir akıl, doğaya canlılık veren tüm güçleri ve onu oluşturan varlıkların karşılıklı duruşunu bilmiş olsaydı, kainatın tüm bedenlerinin ve en hafif atomların hareketini tek bir formül ile özetleyebilseydi, böyle bir akıl için hiçbir şey belirsiz olmaz ve gelecek tıpkı geçmiş gibi gözlerinin önünde olurdu.’’Yani dünyanın rassallığı, özünde onun hakkındaki yetersiz bilgimizi yansıtmaktadır.Laplace için gelecek pratikte bilinemez ana teoride bilmek mümkündür. Buna göre, en basit haliyle 2 geçerli sonuca dayanan ‘bozuk para atma’ deneyinde ‘dışsallıklar’ ele alınarak sonuç bilinebilir. Paranın havaya atıldığı andaki sistemin mekanik durumunu örneklem uzayı olarak açıklayabiliriz. Burada sırasıyla konum, paranın kütlesinin merkezinin ivmesi, yönü, belli ‘’t0’’ (time zero) anındaki açısal momenti düşünülebilir. Yani daha belirgin düşünürsek parayı tutuş şekli, rüzgar, yükseklik, zeminin durumu hatta belki de o an geçen bir arabanın yarattığı fiziksel etki bile olabilir. Bu faktörleri hesaplayamasak bile sonucun şans olduğunu iddia etmek mümkün mü? Olaylar rassal görünseler bile aslında ‘fiziksel’ durumlarla koşullulardır.Sonuç olarak Laplace koşullarına, Heisenberg’in ‘Belirsizlik İlkesi’ ile cevap verdiğini ve doğada hiçbir şeyin konumunun tam olarak bilinemeyeceğini söylediğini hatırlatıp, gerçek iradenin varlığının matematikçiler için oldukça tartışmalı bir konu olduğunu söyleyebiliriz. Hem felsefi hem bilimsel yönden oldukça zıt görüşlerle, kümülatif olarak ilerleyen bu tartışmanın aldığımız kararların ‘özgürlüğü’ konusunda bizi daha fazla sorgulatması olası görülüyor.Yazı Matematiksel web sitesinden Ceren Demir'e aittir.
NAZİ KAMPLARI 1933 ve 1945 yılları arasında Nazi Almanya’sı ve müttefikleri, gettolar da dahil olmak üzere kırk dört binden fazla hapis alanı oluşturdular. Failler bu alanları zorla çalıştırma, insanların devlet düşmanı oldukları için tutulmaları ve toplu katliam gibi bir dizi amaca hizmet etmesi için kullandılar. BİLİNMESİ GEREKENLER 1 Mart 1933’te ilk toplama kampı Dachau, …
Yas Danışmanlığı: Worden Modeli Yüzyılımızın kabuslarından biri olan korona dolayısı ile insanlar tanıdıklarını yitirmeye ve bu acıyla çoğu zaman aniden yüz yüze kalmaya başladılar. Bu konuda geçen gün karşıma çıkan bir yazının pek çok kişiye yardımının dokunacağını düşünerek sitemizde paylaşmak istedim. Umuyorum ki yasınızla başa çıkmanız konusunda ya da yas yaşayan sevdiklerinizi rahatlatabilmeniz konusunda bir …
Kahve çekirdeklerinin çoğu doğal kahve bitkilerinden elde edilir. Bunlara ek olarak melez bitkilerden elde edilen çekirdekler de vardır. En çok tercih edilen 2 ana tür Arabica ve Robusta olsa da bunların yanına çok tercih edilmese de bir ana tür olarak Liberica da eklenebilir.Kahve paketleri üzerinde ülke isimlerinin ön plana çıkmasının sebebi kahvenin lezzetini coğrafi özelliklerin bir hayli etkiliyor olmasıdır.Arabica'nın kafein oranı düşük, aroması yüksektir ve piyasadaki birçok kahve bundan elde edilir. Yüksek yerleri seven bir bitkidir ve özel bakım gerektirir. Çeşitliliği en fazla kahve türüdür.Robusta'nın kafein oranı yüksektir ve acı bir kahvedir. Bu yüzden espresso ve kahveli ürünlerin yapımında tercih edilir. Sert bir kahve olduğu için midede yanma yapabilir.En az kafein oranına sahip Liberica'nın üretim ve satış hacmi düşüktür. Çok tercih edilen bir tür değildir. Yetiştiricilerin ve girişimcilerin bu çeşidin ticaretini zaman kayhbı olarak görmesinden dolayı genelde suda eriyen vasat granül kahvelerin yapımında kullanılır ve piyasada bulabileceğiniz en ucuz kahveler genellikle bu Liberica'dan yapılır.Kahve çeşitli aroma ve lezzetlere sahiptir. Tattığınızda lezzetin, kokladığınızda da aromanın farkına varırsınız. Bu açıdan kahve büyülü bir dünyadır. Kahvenin büyülü bir dünya olduğunun kanıtlarından bir diğeri ise ana türler, yetiştiği ülkeler, ülkelere göre bölgeler açısından çok çeşitli varyetelere ayrışıyor oluşudur. Kafaları çok karıştırmamak adına burada çok fazla varyetelere girmeyeceğim.Ülke isimlerine göre ayrışmış kahve çeşitlerinden bahsedecek olursak ismi en çok duyulanlar şunlardır;Etiyopya Kahvesi: Arabica çeşidinin keşfedildiği yerdir ve kahvenin doğum yeri olarak adlandırılır. Bu yüzden kahve denince en çok akla gelen ülkelerden biri Etiyopya'dır. Ülke içerisinde sezondan sezona ve bölgeden bölgeye kahve tadı değişebilir. Genellikle keskin tadı ve kokusu olur. Meyvemsi ve çiçeksi lezzetlere sahiptir.Yemen Kahvesi: Çikolata ve baharat lezzetleri barındırır. Diğer kahve çekirdeklerine göre daha küçük çekirdeklerden oluşur. Yoğun aroması vardır. Ülkede ilk kahveler 1450’li yıllarda Sufi rahipleri tarafından toplanmıştır. Yemen kahvesi çekirdekleri genellikle organik olarak yetiştirilen kahve çekirdekleri anlamına gelen “Yemen Mocha” ismiyle adlandırılır. Mikro klima bölgelerinde teraslı dağlık bölgelerde yetişir. Guetamala Kahvesi: Asiditesi düşük, içimi yumuşaktır. Çiçek, baharat ve narenciye aromalarına sahiptir. Guatemala’nın farklı iklimli yapısı guatemala kahvesinin farklı tatlar almasına neden olmuştur. Her bölge kendi yetişme koşullarını ve mikro iklimini içinde barındırır. Bu kahveler doğal gübre ile korunur. Bu bölgenin kahveleri lezzeti açısından ceviz ve çikolatayı andırır. Guatemala’nın iklimi çok yağış almakta ve nem oranı yüksektir. Bu yüzden çiftçiler kahveleri ıslak işlem yöntemi ile işlemektedirler. Bu da kahvenin doğal asitliğini ortaya çıkarmaktadır. Guatemala kahvesi acı kakao, sütlü çikolata, fındık tatlarını içinde barındırır.Brezilya Kahvesi: Dünya kahve üretiminin 'ını karşılamaktadır. Ülkede hem Arabica hem Robusta çekirdekleri yetiştirilirken, dünya çapındaki espresso çekirdeklerinin büyük çoğunluğu Brezilya’dan temin edilir. Brezilya kahvesi genellikle düşük asitlidir. Kremamsı bir gövdeye sahiptir, ağızda tatlı bir lezzet bırakır. İyi kalitedeki Brezilya kahveleri çikolata, ceviz ve bademe uzanan tatlar içerir. Daha yüksek yerlerde, nitelikli kahve olarak yetiştirilen çekirdekler ise hafif limon tadı ve başka meyvelerden esintiler içerebilir. Brezilya kahvesi nadiren asitlidir.Dominik Kahvesi: Yüksek aromalı ve sert bir kahvedir. Ülke içinde çok sık tüketilmesi nedeniyle dışarıya satışları kısıtlı tutuluyor. Bunda, yöre kahvesinin en iyi sert kahveler arasında yer alması da etkili olmakta. Dominik Cumhuriyeti de bulunduğu coğrafi konum ve iklimi dolayısıyla en iyi organik kahve çekirdeklerinin yetiştiği ve dolayısıyla en zengin aromalı kahvenin üretildiği ülkelerden biridir.Peru Kahvesi: Asiti düşük, aromatik özelliktedir. Otantik küçük çiftliklerde ve yüksek dağların eteklerinde yetiştirilen kahveler kalitelerine göre daha güçlü bir aromatik özellikler göstermektedir. Oldukça yumuşak bir içime sahip olan Peru kahvesi, karamel ve tarçın lezzetleri ve yeşil elma, kiraz, narenciye aromaları barındırır.Kolombiya Kahvesi: Devlet tarafından kalite kontrolü yapılarak üretilmektedir. Üretilen bölgenin yüksekliği değiştikçe aroması da değişiyor. İçimi yumuşak, asit oranı dengeli bir kahve türüdür. Meyve, fındık, çikolata ve narenciye lezzetlerine sahiptir. Kahve üreticileri hasat mevsimi geldiğinde kahve bitkilerini her on günde bir kontrol etmektedirler. Bu süreçte en iyi kahve çekirdekleri toplanmakta kalanlar ise olgunlaşmaya devam etmektedir. Bir diğer toplama yöntemi ise şerit toplamadır. Bu yöntemde olgunlaşıp olgunlaşmadığına bakılmaksızın tüm kahve çekirdekleri toplanır.El Salvador Kahvesi: Güçlü ve yoğun bir aroması vardır. Asit oranının oldukça az olması ile de çok tercih edilir. Genel olarak turunçgiller ile öne çıkan bir tadıma sahiptir. Yetiştirildiği yüksekliğe göre kahve çekirdeklerinin kalitesi artmaktadır. Kosta Rika Kahvesi: Yüksek rakımlı yerlerde yetişir. İçimi yumuşaktır. Lezzetli bir aromaya sahiptir. Sahip olduğu tatsal özellikler üretildiği bölgeden ziyade deniz seviyesinden ne kadar yüksek bir konumda yetiştirildiğine göre değişkenlik göstermektedir.Ruanda Kahvesi: Organik olarak yetiştirilen Ruanda kahvesi, daha yumuşak bir içime sahiptir. Aynı zamanda meyve ve çiçek gibi kokuları da içinde barındırır. Ülkenin güneyinde yer alan Maraba bölgesinde yetiştirilen ve adını bu bölgeden alan kahvesi ile öne çıkar. Maraba kahvesi ayrıca bira mayalanmasında kullanılır. Meyve, çiçek aromaları ve narenciye tatlarına sahiptir.Meksika Kahvesi: Kahve piyasasında önemli bir yere sahip olan Meksika, yoğun tada sahip kahveler üretiyor. Koyu kavrulduğu zaman oldukça belirgin bir aroma ve derin bir tat sunabilen Meksika kahvesi ağırlıklı olarak harmanlarda kullanılmakta. Yüksek rakımlarda yetiştirilen Meksika kahveleri “Altura” olarak sınıflandırılır ve işaretlenirler. Altura, İspanyolcada “yükseklik” anlamına gelir ve Meksika kahvesini tarif eder. Ayrıca kahlua likörü de bu meksikada yetişen kahvelerden yapılır. Harika aroması, sert asidite oranı ve derin tadı ile bilinen Meksika kahvesi, Guetamala kahvesine eş değer özellikler gösteriyor. Endonezya Kahvesi: Kahve ihracatının ’i Arabica ve ’i de Robusta çekirdeklerinden oluşmaktadır. Endonezya‘da yetişen Arabica çekirdekleri düşük asidite ve dolgun gövdeye sahiptir. Bu nedenle yüksek asiditeli Orta Amerika ve Doğu Afrika çekirdekleri ile harmanlanarak ideal bir tat aralığı yakalamak mümkün olabilmektedir. En kaliteli Endonezya kahvesi hoş, zengin tada sahip ve düşük seviyede de olsa hissedilebilir asitliği, en kötü kahvesi ise tam tersi hoş olmayan bir sertlikte ve küfsü kokusu ile bilinir. Genel yapısı itibari ile toprağımsı bir tada sahiptir. Aynı zamanda dünyanın en pahalı kahvesi de burada üretiliyor: Kopi Luwak yani Misk Kedisi Kahvesi. Bu kahvenin özelliği, Sumatra adasında yaşayan Palmiye Misk Kedisinin, yediği kahve çekirdeklerini dışkılaması ile elde edilmesidir. Burada şunu da belirtmekte fayda var; bu kahveyi üretebilmesi için bu hayvanlar kafeslere hapsedilmiş olarak yaşatılıyorlar ve hemen hepsi de zamanla bu tecrit edilmişlik, yalnızlık ve sevgisizlik sonucu ciddi psikolojik bozukluklara ve sağlık sorunlarına sahip oluyorlar. Yani dünyanın en pahalı kahvesini üretmenin yolu hayvan istismarından geçiyor. İlgili videoya buradan ulaşabilirsiniz.Nikaragua Kahvesi: Yetiştirildiği bölgeye göre aroması farklı olabilir. Zararlı tarım ilacı kullanılmadan yetiştirilen bu kahveler, içerdiği karışık tatlarla kahve severlere sıra dışı bir deneyim sunar. Basit bir asit oranına sahip Nikaragua kahveleri en lezzetli kahveler arasındadır. Yumuşak ve asiditesi düşük olduğu için koyu kavurma ve harmanlamaya uygun kahvelerdir. Lezzetli ve hoş bir tada sahiptir, kırmızı meyve ve çikolata tatlarının birleşiminden oluşan dengeli bir içim lezzeti sunar. Kahve yudumlarında vanilyanın ve fındık lezzetinin de tonları bulunmaktadır. Hem espresso hem de filtre kahvelerde mükemmel sonuç verir.Honduras Kahvesi: Üretimi yüksek bölgelerde yapılan bir kahvedir. Bin ile bin altı yüz metre arasında yetişmektedir. Bu da onu mineral ve besin kaynağı bakımından zengin, aroma bakımından sert bir kahve olmasını sağlamıştır. Oldukça yumuşak ve parlak bir görünüme sahip olan Honduras kahvesi yetiştiği bölgeye göre çikolata, narenciye, meyve, karamel, fındık, bal gibi farklı tatlar alır. Asiditesi dengelidir. Kenya Kahvesi: Kenya'nın yüksek yaylalarında yetişen kahve asitlik açısından parlak ve kokulu bir aromaya sahiptir. Kenya kahvelerini içerek meyve tadı da alabilirsiniz. Ülkenin konumu yılda iki hasata izin verir. Hasat sırasında hastalıklı ve zarar görmüş kahve taneleri ayrılır. Sağlıklı mahsül otuz altı saate varan bir fermantasyon sürecinden geçirilir. Bu aşamanın amacı kahve tanelerinin üstünde biriken sümüksü ve şekerli tabakadan kurtulmaktır. Bu adımdan sonra mahsüller kurutularak öğütülmeye gönderilir.Vietnam Kahvesi: Vietnam kahvesi, ülkenin güney yarısındaki küçük ekili alanlarda genellikle Robusta kahvesi olarak üretilir. Ancak hükümet, özellikle Kuzey Yaylalar bölgesinde Arabica bölgelerinin genişlemesini teşvik ediyor. Çoğu kez harmanlamada kullanılan Vietnam kahvesi genel olarak az miktarda asitliği ve dengeli tat dağılımıyla güzel bir uyum içerisindedir.Sizin kahve seçiminiz hangisi?Nilay Gündüz
Pınar Kaftancıoğlu yazısıdır;"Geçtiğimiz yaz... Çiftlikte köy tipi bir ofisim var benim. Orada çay - kahve içeriz ziyaretçilerimizle, gelenler bilir... Manisa - Alaşehir'den genç bir kız geldi oraya. İşte sohbet etmek, haddime değil ama benden biraz akıl almak, şu bu... Şu anda da okuyordur eminim bu satırları, darılmaca, gücenmece yok... Yanlışı görmezden gelmek hiçbir işe yaramıyor. Görmek ve düzeltmek gerek...Genç kızın babası, Alaşehir'de çekirdeksiz üzüm üreticisi. O bölgedeki tarımdan konuştuk. Çekirdeksiz üzümde dehşet verici ölçülerde kullanılan tarım ilaçlarından, damla sulama ile verilen glikozdan filan. Babası da aynı şekilde yetiştiriyormuş. Attığı ilaçlardan baba da hasta olmuş bu arada.Dedim ki, "Neden böyle yapıyorsunuz bu tarımı?""Bölgenin gerçeği bu..." gibi bir şey söyledi. Tam hatırlamıyorum sözcükleri, yalan olmasın ama ağırlığı maksimize etmek, üzümün üzerinde böcek lekesi vesaire bırakmamak zorunda olduklarını anlattı. Halci jargonu ile yazacak olursam, turfanda, yani sentetik olarak glikoz ile tat verilmiş birinci sınıf üzüm hasat etmeleri gerekliliği... Ürün turfanda girdiğinde fiyat bir misli artar. Olay sadece paraya bağlanıyor sizin anlayacağınız...Bilmediğim gerçekler değil kızın anlattıkları. Şaşırmadım yani, ama bozuldum hafiften. Bilen de bilir beni, dan dun konuşurum pek çekinmeden. Dedim ki, "Peki bu işin vicdani yönü ne olacak? Neticede çekirdeksiz kuru üzümleri en çok sevenler, tüketenler de ufacık çocuklar... Ben babanı iyi ve iyiyi hak eden biri olarak göremiyorum.".Bu kez de genç kız bozuldu haliyle... Bana söylediği şu oldu, noktasına virgülüne dokunmadan: "Benim babam, evet, sağlıksız tarım yapıyor. Bunun nelere sebep olacağını da biliyor ama babam esasında çok iyi bir insandır. Çünkü bunları beni İstanbul'da okutmak için yapıyor."Dedim ki, "Pes!". "Muhakeme bu, izan bu, netice bu."Aklı başında bir ülkede, ancak kamera şakası olarak sunulabilecek her şeyin bizde tamamen gerçek olması, dahası kanıksanmış olması bir bana mı tuhaf geliyor?Geçtiğimiz hafta içinde de Eğridir Gölü'ne dair bir belgesel izledim. Dalgıçlar göle dalıyor, çekiyorlar, sümüksü bir madde dibi kaplamış, göldeki yaşamın 'i yok olmuş, kalan balık ise tutuluyor. Satılıyor. Yeniliyor. Şuursuzluğun çok ötesinde, adeta bir delilik hali... Temel sebep gölün çevresinde yapılan elma yetiştiriciliği. Daha doğrusu elma ağaçlarını senede 30 kere ilaçlayan vicdan yoksunu üreticiler, toprağa sızan ve gölü besleyen yeraltı sularına karışan zehir... İzlerken vallahi beynim zonkladı. Pamuk yığınlarında uyuyan çocukların zirai ilaçtan ölmesi mi dersiniz, Fethiye'de portakal ilaçlıyorum derken onkoloji servislerine yığılan çiftçileri mi... Antalya seralarında domates tarımı yapıyorum derken tünelin sonundaki ışığı görenleri mi ya da?Çiftçi masum değil. Çiftçi ne yaptığını biliyor. Çiftçi bunu zoraki yapmadı - yapmıyor ve hiç kimse bunu çiftçiye zorla dayatmıyor. Çiftçinin önüne "Vicdan mı yoksa daha çok para mı?" diye bir soru geliyor ve çiftçi gayet ne yaptığının farkında olarak, sonuçlarının gayet farkında olarak seçimini yapıyor. Yeni de değil. 1950'lerden beri...DDT'yi hatırlarsınız. En yoğun uygulanan bölge Adana idi. DDT - BHS karışımının binlerce tonu uçaklardan atıldı. Arılar, böcekler, fareler, kuşlar... Her şey bu tozlama altında can verdi. Oysa kurdu yiyen böcekler, böcekleri yiyen kuşlar, böcek yumurtalarını yiyen fareler, fareleri yiyen yılanlar derken muhteşem bir ekolojik denge sürüyordu. Toprak bereketli idi ve ilaca ihtiyaç olduğuna dair hiçbir emare de yoktu. Aç gözlülük ile daha çok ve daha çok para hırsı ile hepsi alt üst oldu.Aynısı Karadeniz'de oldu. Karadeniz halkı önceleri devletin sübvanse ettiği fındık kurdu ilacına itiraz etti. Zirai mücadele memurlarını tarlaya sokmadı. İlaç atılınca arılar, böcekler, sonra böceği yiyen her şey ölüyor dediler. Korkmuşlardı. Sonra desteklemeler, bir yandan Türk fındığına ilgi, bir yandan artan fındık talebi, yükselen fiyatlar filan derken ne olduysa oldu, üreticiler vicdan ve cüzdan arasındaki seçimi kolayca yaptı. Fındık kurdu ilacına, hem de hamuduyla geçiş yapıldı. 1986'da Çernobil de buna mum dikti ve benim Karadeniz fındığı ile işim o gün bitti. O günden bugüne de ilaç kullanımı Karadeniz'de hiç azalmadı. İsmi değişti, formülü değişti ama ilaçlama aşkı hiç değişmedi. Şimdilerde ağaç altlarında round-up kullanılıyor. Toprağı kızartan da odur. Bu paragrafa Karadeniz üreticilerinden birkaç kınama gelecektir, gelsin. Tepkiyi doğru yere yöneltmelerini tavsiye ederim. Zehirlenmeyi reddediyor olduğum için suçlu ben olamam sanıyorum.İlaçlama her yerde, her bölgede devam etti. Ege'de önce tütün ilacı başladı. Tütün bitti. Sonra ovasında pamuk ile start verildi. Şimdilerde de pamuk yerine tamamen GDO'lu mısır kaynıyor bu bölgeler. Yoğurttan süte, bisküviden baklavaya her şeye zerk olup sizi - bizi hasta ediyor. Fethiye'de, Antalya'da, Mersin'de, Gümüldür ve Seferihisar'da zırıl zırıl narenciye ilaçlaması en vahşi hali ile ilerliyor. Yavuz Dizdar ve arkadaşlarını zehirleyen portakalın hikayesini okumuşsunuzdur... İşte o durum..."E ne var? Tarım ilacı her yerde kullanılıyor." diyorlar. Kısmen doğrudur. Örneğin çok verdikleri "Avrupa'da da kullanılıyor" örneği gerçektir. Ama çok önemli farklar vardır. Tarım ilacı, Avrupa'da reçete ile verilir. Adam o sene kaç adet marul diktiğini ilgili devlet kurumuna bildirir ve bu devletçe denetlenir. Sonra devlet bir hesaplama yapar, dikilen marula göre tam gelecek ölçüde tarım ilacı reçetesi yazar ve çiftçiye verir. Çiftçi bu reçete ile ilacı temin eder ve reçeteye uygun biçimde kullanır. Üzerine fikir yürütmez. Kural ne ise kurala uyar.Bizde tarım ilaçlarının ölçüsü Türk çiftçisine emanettir. 100 litre suya 10 gram atılacak diyelim. 10 gram bizim çiftçinin gözüne elbette az görünüyor. Bakıyor ilacın bidonu da üç para bir şey... Yallah boca... Hasattan belirli bir süre önce ilacın kesilmesi kuralı imiş bilmem ne imiş... Onlar Avrupa işi...DDT, böcekler üzerindeki güçlü toksik etkisi ile 1948'de Nobel ödülü aldı. Hayvanlar için son derece tehlikeli olduğu ve doğadaki besin zincirini bozduğu anlaşılınca da 1970'lerde yasaklandı. Yasaklanışından 10 sene kadar sonra nihayet bizim de aklımız başımıza geldi ve bizde de yasaklandı. Ancak kasabalarda DDT'nin yasaklandığı anonsu geçince zirai ilaççılarda ne kadar DDT varsa çiftçi tamamını topladı. Üçer senelik daha stok yaptılar. Hala da merdiven altı, benzer formüller ile devam ediyor. Topraktan derelere, denizlere karışıyor. Denizde tutulmuş balıkta dahi çıkıyor.Dört koldan ilaçlanıyoruz. Dört koldan zehirleniyoruz.Pamuğa zehir giriyor; atlet, tulum, iç çamaşırı, gömlek giyiyoruz zehirleniyoruz. Tahıla atılıyor, ekmek olarak sofraya geliyor, zehirleniyoruz. Meyveye atılıyor, sebzeye atılıyor, o kadarı da yetmiyor, toplanıyor, parafinleniyor, azotlanıyor, klimalardan mantar ilacı atılıyor... Şaka gibi... Zehirleniyoruz. İşler çığırından fazlası ile çıktı ki artık herkesçe bilinsin, yüksek sesle konuşulsun isterim. Devletin regülasyonlarını, üreticinin vicdan kıstaslarını filan beklemekle bu iş olmuyor. Bir şeyin pazarda talebi varsa, buna ne devlet ne de vicdan engel oluyor. Çünkü bu işin temelinde tüketicinin, yani "parayı verenin" talebi yatıyor.Böceğin hasar vermediği pırıl pırıl yeşillikler, bir koca torbanın bir tanesine bile kurt girmemiş elmalar, sineksiz marullar, asla böceklenmeyen pirinçler, unlar, bakliyatlar tercih etmenin anlamı böcek ilacı yemeyi tercih etmektir. Kural aslında bu kadar basittir.Marulun arasından çıkan salyangozu bahçeye bırakır, sineklenmiş brokoliyi sadece akan suyun altında kolayca temizlersiniz ama tarım ilacını asla temizleyemezsiniz. Bedeninize girer, birikir, birikir, bir sınırı aşar ve bedeniniz artık kaldırmaz hale gelir. Kolon kanseri ve özellikle löseminin etkin sebebi tarım ilacı kalıntısıdır.Düşünerek, ama gerçekten çok düşünerek atın adımlarınızı. Her şeyi sorun, sorgulayın, araştırın, anlatılanlar ile yetinmeyip kendi doğrunuzu bulun ve bunu paylaşmaktan hiç korkmayın. Acı ve iç karartıcı olsa da, gerçeği duymaktan da öyle... "Pınar Kaftancıoğlu yazısıdır.
Eğer mükemmel bir muzlu kek tarifi arıyorsanız işte burada! Pişmeye başladığı andan itibaren evinizin içini mis gibi bir muz aroması kaplayacak! Malzemeler 3 (orta/büyük) olgun muz – bir çatal yardımıyla ezilmiş 4 dolu dolu çorba kaşığı bal – eğer evde bal yoksa 1,5 su bardağı şeker kullanabilirsiniz 150 gr oda sıcaklığında yumuşamış tereyağı 2 su …
Yeni Sıfır Kalorili Tatlandırıcı Gıda Atıklarından ÜretildiGıda bilimcileri, gıda israfına karşı mücadelenin yeni kahramanlarıdır. Bu alandaki gelişmelerden sonuncusu, elma ve armuttan arta kalanları kullanarak % 100 doğal, sıfır kalorili bir tatlandırıcı yaratan gıda bilimci Moayad Abushokhedim tarafından kurulan Hollandalı Fooditive şirketinden geliyor.Piyasada bulunan sukraloz, aspartam gibi mevcut şeker ikameleri çevreleri için yarattıkları tehlike ile bilinirler (sindirilmezler, atık su arıtma tesisleri tarafından tamamen ortadan kaldırılmazlar). Pancar ve şeker kamışından elde edilen doğal şekerler ise daha büyük küresel sağlık sorunları yaratsalar da bunların ekim ve üretimlerinde önemli çevresel etkileri yoktur.Fooditive'in şeker ikamesi, elma ve armuttan fruktoz ekstraksiyonu yoluyla bir fermantasyon işlemiyle endüstriyel olarak üretilir. Yerel Hollandalı çiftçilerle çalışan güvenilir şirketlerden meyve temin eden süpermarketlerin reddettiği artıkları, şekli bozuk olanları veya deformasyona uğrayan ürünleri kullanarak israfı sıfıra indiriyorlar. Şirket ayrıca ortaya çıkan atıkları toprağa çevirerek üretim hattının tamamı ile döngüsel bir ekonomi amacına uygun hale gelmesini sağlıyor.Doğal tatlandırıcı sıfır kaloriye, temiz bir tada (örneğin stevia'nın aksine) sahiptir ve pişirildiğinde şekere benzer şekilde işlev görür, bu da onu hem fırıncılar hem de şefler için uygun bir ürün haline getirir.Yeni şeker ikamesi ürünü, muz kabuğundan yapılan bir koyulaştırıcı madde, patates özleri kullanan bir emülgatör ve havuç atığından oluşan doğal bir koruyucu da dahil olmak üzere şirketin atıktan yaratılan ürün portföyünün bir parçasını oluşturuyor.DIANE LEE, JOURNALISTÇeviri; Deniz Gündüz
Bebek şampuanını sadece bebeklere kullanmayın, zira pek çok alanda elinizin altında bulunmasında fayda var. Öncelikle kendi saçlarınız için de kullanabilirsiniz. Mesela çok iyi bir cilt temizleyicidir, yüzünüzü sabah ya da akşamları bebek şampuanıyla yıkayabilirsiniz. Ekstra ve özellikle de pahalı cilt temizleyiciler satın almanıza hiç gerek yok. Ayrıca yine sizi pahalı makyaj temizleyicilerden kurtaracak bu muhteşem …
Bilinçaltındaki mevcutları silip yer açmadıkça, ona yeni kayıtları kabul ettiremezsiniz. Arının! Amacınız her ne ise, kim olmak istiyorsanız, neyin parçası kalmak ya da hangi bütünün merkezini oluşturmak istiyorsanız öncelikle arının!Sizin okuduğunuzu sandığınız bir kitabın satır arasında veya izlediğiniz ekranın küçük bir karesinde merakı başka bir noktaya takılı kalmış bir şey kayıtta. Üstelik ilgisini çeken şeyden, sizin hoşlanıp hoşlanmamanız, kabul edip etmemeniz de hiç önemli değil onun için.Dikkatin altındaki detayı yakalamak onun işi. 7 gün 24 saat aralıksız. O, her eylemi bir duyguya bağlamakta bilincinizden çok daha usta. Çünkü o bilinçaltı.Durup dururken bir insandan nefret ettiğiniz oldu mu? Ya da severek yediğiniz bir şeye artık tahammül edemediğiniz? Yahut sürekli gittiğiniz, sizi rahatlatan bir mekanda boğulmaya mı başladınız? Örnekleri çoğaltalım. İdolünüz olan bir insan, düşünceleriyle sizi artık pek etkileyemiyor mu? Daha önce bayıldığınız bir müziğe şimdilerde duyduğunuzda çığlık atasınız mı geliyor? Haberiniz olmadan kim bilir hangi semboller yüklendi her birinin üzerine.Bir insana kendi cehennemini yaşatabilecek kudrette olduğu halde yine kendi cennetinin anahtarını sunabileceğine inanmadığınız bir mucizevi güçten bahsediyorum…Karşılaştığınız bir hadiseden, bir düşünce kalıbı türetip arşive kaldırması için tek bir gereksinimi var: Bilincinizde o an yer alan duygu. Beyin aynı anda 5 ile 7 eylemi kontrol edebilme yetisine sahiptir. Geri kalan kısım bilinçaltının vakumuna kapılmak zorundadır. Benzer kategorideki herkesi ve her şeyi birbirine bağlayarak çalışmak prensibi gereğidir.İlk görüşte ısındığınız bir insanı, mutlaka geçmişinizden sevdiğiniz bir insanı hatırlattığı için kendinize uyumlu bulur ve elektrik aldığınızı söylersiniz. Ya da tersi şekilde ilk kez göz teması kurduğunuz kişiye karşı frekans uyuşmazlığı çekebilirsiniz. Çünkü daha ilk saniyelerde analiz yapılıp, etiket yapıştırılmıştır.Düşünün: Sesine tahammül edemediğiniz bir cisim veya araç, evinize sokmadığınız bir obje yahut fikirlerine hararetle karşı çıktığınız bir insan mutlaka vardır. Uykuya dalmadan edindiğiniz bir alışkanlığınız, melodisiyle sizi büyüleyen bir şarkı, bulunduğunuz mekandan çıkmadan önce kontrollerini defalarca yaptığınız takıntılarınız mutlaka vardır.Görüldüğü üzere sabit verilerle alışılmışın dışına çıkabilmemiz imkansızdır. Bunca aynılığın arasında farklılık ummak oldukça iyimser bir davranıştır. O halde?Arınmak ama nasıl?Bilinçaltındaki mevcutları silip yer açmadıkça, ona yeni kayıtları kabul ettiremezsiniz. Bu onun için açık bir çelişkidir ve işleyişi gereği bundan hoşlanmaz. Bu durumda arınmak ilk yapmanız gerekendir. Arınmanın ilk şartı ise affetmektir. Bu ise kabul gerektirir.Ön kabulünü yapmadığınız bir kişiyi ya da olayı zihninizde sürekli suçlarsınız. Affetmekten uzaklaşırsınız ve arınmaya geçemediğiniz için de bilinç, görüşü alınmadan oluşturulmuş kalıplar üzerinden size “aynılıkları” yaşatmaya devam eder.Hepimizin duyduğu pişmanlıkları ve canımızı acıtan yaraları var. Hepimizin yersiz münakaşaları, koşullarına göre doğru bulduğu tercihleri var. Bu tercihlerin sonuçlarını hala yaşıyor olsak bile yapabileceğimiz şeyler mutlaka var. Tümünü kabul edin, affedin ve arının. Size, egonuza, nefsinize, gururunuza ne kadar ağır gelse bile…İstediğiniz şeylere ulaşmak için, evvela istemediğiniz şeyleri aşmak durumundasınız.Ulaşmak istediğiniz hedefleri, kendinizde değiştirmek istediğiniz niyet ve davranışlarınızı tespit edin. Bunları net ifadelerle ve emir kipi kullanarak, tersten yazılmış şekilleriyle, fazla göz önünde bulunmayacak yerlere asın. Unutmayın, bilinçaltı farklı şeyleri sever ve buna eşlik eden duyguyla karşılaşırsa da benimser. Yaşam alanlarına asacağınız bu küçük ama etkisi muazzam olan notlarınızda gelecek zamana ait ekler kullanmayın.İzlediğiniz, dinlediğiniz, okuduğunuz her şeye dikkat edin. Çeşitli olumlama cümleleri kurup, ses kaydı oluşturmak da çok etkili bir yöntemdir. Sabah günün ilk saatlerinde ve mutlaka uykuya dalmadan önceki zaman dilimlerinde dinlemeniz, zihinde yeni kanalların açılmasında nokta etki sağlar.Evrendeki temizliğe önce kendi özünüzden başlayın. Kimden nefret edip, kimi suçluyorsanız bağışlayın. Kocaman bir balonun gökyüzüne bırakılması gibi… Sessizce, büyük bir mutlulukla ve içten bir huzurla bırakın tutsak kıldıklarınızı. Herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde ama tam da o anda ve o durumda olmak belki de o kadar kötü değildir. Koşulları affedin. Derin bir olgunlukla, asaletle ve sıcak bir samimiyetle…Gidenlere ağlamaktan ve yersiz bekleyişleri anlamlandırmaktan vazgeçin.Derinliklerinizde kalmış her şeyi yeniden tanımlayın. Tutkularınızın gözeneklerini mesken tutmuş gizli hırslarınızı yakalayın. Arının. Her türlü menfaatten ve menfi düşünceden… Kinden, gerilimden, çabasız kazançtan, boş tesellilerden ve kıskançlık illetinden… Ellerinizi, zihninizi, kalbinizi tüm benliğinizi arındırın ki her gününüz bir diğerinin tekrarı olmasın.Bilinçaltının “aynılık” kavramından duyduğu rahatlık ve eminliği reddedin. Zor olanı, cesaret gerektireni yapmaya karar verdiğinizde, dirense dahi sonunda teslim olacağını bilin.Karalamalarınızı temize çekin.Hiç bakmadığınız manzara kenarlarını seçin. Tüm şımarıklıklardan kendinizi yalıtmayı bilin. Aynı zamanda da mükemmel bir tasarımın parçası olma bilincini de kaybetmeyin. Kendinize bir varoluş mucizesi olarak bakın. Çevrenizde şükretmeye dair ne varsa hayranlık besleyin. Başınıza gelen mutluluk verici hadiseleri tarihleriyle birlikte not edin. Gün geçtikçe çoğalan cümleler, yaşantınızdaki memnuniyet kayıtlarına ve huzurlu olma gerekçelerini içeren bir arşive dönüşecektir.Bir yağmurun usul usul koca bir şehri arındırdığı gibi arının. Sessizce olsun, içinize dönerek. Fakat ses getirsin yaşamınıza yansımaları. Gönlünüzde ve zihninizde ne varsa, ederiniz odur. Kötü olan hiçbir şeye varlığınızda yer vermeyin ki birikmesin.Günün sonunda huzurla yudumladığınız çaya ne kadar yorulduğunuz değil, neler edindiğiniz eşlik etsin. Her yeni gün tekrar arının. Çevrenizde size kulak tıkayan ne kadar çok insan çıkacaksa daha da fazlası gözünüzün içine bakacak. Siz içinizde başlatın, dışınız da buna ayak uyduracak. Sever adım, sayar adım…Hayat size asla vaatte bulunmaz. Sizin ona vaat ettiklerinize şahitlik yapar. Yaptıklarınıza pişmanlık katarak, yapmadıklarınıza takılı kalarak geçiyor zaman… Yakın ihtimallere uzak kalarak, “ben” bilincine yanlışlıklar katarak yol almayın. Kendinizi geleceğe taşırken, bugünü karsız kapatanlardan olmayın. Hayallerinizi gerçekleştirmek için bilincinize yatırım yapın.“Yaşamın gayesi; hoşa gitmeyen şeylerden kaçmak değil, hoşa gitmeyen şeyleri yenmektir.” (Victoria Forester)KAYNAK: İndigo Dergisi
İnsanlar onu seviyor, ondan nefret ediyor fakat ona bir şef ve bir restaurant sahibi olarak kabiliyetinden, gözü kara mükemmeliyetçiliğinden, tartışılmaz kararlılığından ve ününün meteorik artışından dolayı saygı duymamak mümkün değil. Gordon Ramsay dünyanın en tavizsiz celebrity şefi olarak gözü kara yüksek standartlarını belirlemek için iğneleyici öfkesini kullanıyor. 8 Kasım 1966’da İskoçya’da Glasgow yakınlarında doğan Ramsay …
Çağdaş İngiliz ve Amerikan edebiyatının şahane romanları, öykü koleksiyonu, oyunları ve şiirleri, The Top Ten: Writers Pick Their Favorite Books (En iyi 10 Roman: Yazarların Favori Kitapları) adlı bir listede toplandı.Listeye katkıda bulunan yazarlar arasında Norman Mailer, Ann Patchett, Jonathan Franzen, Claire Messud, and Joyce Carol Oates gibi isimler de var.İşte yazarların favori kitapları:20. yüzyılın en iyi 10 romanı:1. Vladimir Nabokov - Lolita (1955)2. F. Scott Fitzgerald - Muhteşem Gatsby (1925)3. Marcel Proust - Kayıp Zamanın İzinde (1913-27)4. James Joyce - Ulysses (1922)5. James Joyce - Dubliners (1916)6. Gabriel García Márquez - Yüzyıllık Yalnızlık (1967)7. William Faulkner - Ses ve Öfke (1929)8. Virginia Woolf - Deniz Feneri (1927)9. Flannery O'Connor - Bütün Hikayeleri (1925-64)10. William Faulkner - Avşalom, Avşalom! (1936)19. yüzyılın en iyi 10 romanı:1. Leo Tolstoy - Anna Karenina (1877)2. Gustave Flaubert - Madam Bovary (1857)3. Leo Tolstoy - Savaş ve Barış (1869)4. Mark Twain - Huckleberry Finn'in Maceraları (1884)5. Anton Çehov - Anton Çehov'dan Hikayeler (1860-1904)6. George Eliot - Middlemarch (1871-72)7. Herman Melville - Moby-Dick (1851)8. Charles Dickens - Büyük Umutlar (1860-61)9. Fyodor Dostoyevski - Suç ve Ceza (1866)10. Jane Austen - Emma (1816)18. yüzyılın en iyi 10 romanı:1. Laurence Sterne - Tristram Shandy (1759-67)2. Daniel Defoe - Robinson Crusoe (1719)3. Henry Fielding - Tom Jones (1749).4. Samuel Richardson - Clarissa (1747-48)5. Voltaire - Candide (1759)6. Jonathan Swift - Gulliver'ın Seyahatleri (1726, 1735)7. Henry Fielding - Joseph Andrews (1742)8. Cao Xueqin - Taşın Hikayesi (c. 1760)9. Samuel Taylor Coleridge - Antik Denizci Rime (1798)10. Pierre Choderlos de Laclos - Tehlikeli İlişkiler (1782)16. ve 17. yüzyılın en iyi 11 romanı:1. William Shakespeare - Hamlet (1600)2. Miguel de Cervantes - Don Kişot (1605, 1615)3. William Shakespeare - Kral Lear (1605)4. William Shakespeare - Macbeth (1606)5. John Milton - Kayıp Cennet (1667).6. William Shakespeare - Fırtına (1610)7. William Shakespeare - Romeo ve Juliet (1595)8. William Shakespeare - Antony ve Kleopatra (1606)9. Moliere - Molière Oyunları (1622-73)10. William Shakespeare - 5. Henry (1599)11. William Shakespeare - Othello (1604)15. yüzyıla kadar en iyi 10 roman:1. Homer - Odyssey (Milattan Önce 9. Yüzyıl ?)2. Dante Alighieri - İlahi Komedya (1321)3. İncil4. Geoffrey Chaucer - Canterbury Masalları (1380'ler ?)5. Aeschylus - Oresteia (Milattan Önce 458)6. Virgil - Aeneid (Milattan Önce 19)7. Homer - İlyada (Milattan Önce 9. Yüzyıl ?)8. Giovanni Boccaccio - Decameron (1351-53)9. Arap Geceleri: Bin Bir Gece Masalları (1450)10. Sophocles - Oedipus Üçlemesi (Milattan Önce 496-406)Rus yazarların en iyi 10 romanı:1. Leo Tolstoy - Anna Karenina (1877)2. Leo Tolstoy - Savaş ve Barış (1869)3. Vladimir Nabokov - Lolita (1955)4. Anton Çehov - Anton Çehov'un Hikayeleri (1860-1904)5. Fyodor Dostoyevski - Suç ve Ceza (1866)6. Fyodor Dostoyevski - Karamazov Kardeşler (1880)7. Vladimir Nabokov - Solgun Ateş (1962)8. Isaac Babel - Isaac Babel'in Hikayeleri (1894-1940)9. Nikolai Gogol - Ölü Canlar (1842)10. Mihail Bulgakov - Usta ve Margarita (1966)Seçilen kitap sayılarına göre yazarlar:1. William Shakespeare – 112. William Faulkner – 63. Henry James – 64. Jane Austen – 55. Charles Dickens – 56. Fyodor Dostoyevski – 57. Ernest Hemingway – 58. Franz Kafka – 59. James Joyce, Thomas Mann, Vladimir Nabokov, Mark Twain, Virginia Woolf – 4Kazandıkları puana göre yazarlar:1. Leo Tolstoy – 3272. William Shakespeare – 2933. James Joyce – 1944. Vladimir Nabokov – 1905. Fyodor Dostoevsky – 1776. William Faulkner – 1737. Charles Dickens – 1688. Anton Çehov – 1659. Gustave Flaubert – 16310. Jane Austen – 161 KAYNAK: www.brainpickings.orgDerleyen: Nilay Gündüz
11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da gerçekleşen Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu toplantısında imzaya açılan İstanbul Sözleşmesi’nin resmi adı, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi. Kadına yönelik şiddet ile genel olarak ev içi şiddetin önlenmesini amaçlayan sözleşme bu konuda hukuki bağlayıcılığı bulunan ilk uluslararası belge niteliğinde.İstanbul Sözleşmesi “toplumsal cinsiyet” kavramının tanımını yapıyor ve toplumun, kişilere, cinsiyete dayalı olarak biçtiği rollerin varlığına ve kadınlara yönelik yapısal şiddete dikkati çekiyor. Sözleşme kadına yönelik psikolojik ve ekonomik şiddetin de birer insan hakkı ihlali ve ayrımcılık türü olduğunun altını çiziyor. Taraf devletlere, eşitlik ilkesine bağlı kalarak, toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti önleme, bu şiddet vakalarını etkin şekilde soruşturma ve kovuşturma gibi sorumluluklar veriyor. Şiddeti eşitsizliğin bir sonucu olarak görüyor ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayacak politikaların geliştirilmesi gerektiğini hatırlatıyor. Sözleşme belirli periyotlarla sözleşme karşıtlarının ortaya attığı, komplo teorisine varan iddialarla gündeme geliyor. Sözleşmenin kadına şiddetin artmasına neden olduğu, aile yapısını bozduğu, dış güçler eliyle Türkiye’ye dayatıldığı bu iddialardan yalnızca birkaçı.Sözleşme geleneksel aile yapısını bozuyor mu?Sözleşmede ‘aile’nin bir tanımı yapılmadığı gibi, belli bir aile formu veya ortamını teşvik eden bir düzenleme de bulunmuyor. Sözleşme, kadına yönelik şiddeti ve ev içi şiddeti önleme konusundaki girişimleri olabildiğince kapsayıcı tutmak, önlemlerden ve koruma mekanizmalarından, evli olsun ya da olmasın, şiddet gören her kadının yararlanabilmesi için, ev içinde veya kamusal alanda, kadına yönelik fiziksel, cinsel, duygusal, ekonomik her türlü şiddeti kapsıyor. Sözleşme eşcinselliği özendiriyor, LGBTİ+ evlilikleri teşvik ediyor mu?Bu iddialar sözleşmenin dördüncü maddesinde geçen “cinsel yönelim” ifadesinden kaynaklanıyor. Bu madde ile taraf devletlere sözleşmedeki hükümleri eşitlik ilkesini gözeterek ve hiçbir ayrımcılık yapılmaksızın uygulama görevi veriliyor; doğal olarak buna ev içi şiddet mağduru kişinin haklarının cinsel yönelim farkı gözetmeksizin korunması da dahil. Ancak sözleşmede “eşcinselliği özendiren” herhangi bir ibare bulunmuyor. Yanı sıra, sözleşme taraf devletlere eşcinsel evliliklerin desteklenmesi gibi bir yükümlülük de getirmiyor. Ülkemizde eşcinsel birlikteliklerin evlilik veya sivil partnerlikle tanınmasını sağlayan bir düzenleme yok.Sözleşme imzalandığından bu yana evlilik sayıları azaldı, boşanmalar arttı mı?TÜİK’in, sözleşmenin yürürlüğe konduğu 2014 yılını ve sonrasını da kapsayan, 2001-2019 dönemi için açıkladığı evlenme ve boşanma sayılarına ve oranlarına baktığımızda, sözleşmeden bağımsız, belirli bir örüntü olduğu görülüyor. Oranlarının değişiminde rol oynayan sosyal, ekonomik ve politik birçok neden var. Evlilik yaşının ilerlemesi, aile başına çocuk sayısının düşmesi, boşanma oranlarının artması gibi değişikliklere, belli bir sözleşme değil, ülkedeki toplumsal, ekonomik ve sosyal değişim neden oluyor. Sözleşme imzalandığından bu yana kadın cinayetleri arttığından, sözleşme kadınları korumakta yetersiz denebilir mi?Salt verilere bakıldığında 2011 yılından bu yana kayıtlara geçen kadın cinayeti sayılarının arttığı söylenebilir. Ancak bu veriyi yanlı okumak, yanıltıcı sonuçlara varmaya neden oluyor. Türkiye’de kadın hakları mücadelesinin ve İstanbul Sözleşmesi gibi bağlayıcı metinlerin de varlığıyla, ev içi şiddetin daha görünür olduğu, konu etrafında güçlü bir kamuoyu oluştuğu vaki. Cinayet vakalarındaki artışın ardındaki politik ve sosyolojik nedenleri de dikkate almadan, bir sözleşmenin imzalanması ile sayılardaki artış arasında nedensellik kurmak, gerçekçi bir çıkarım olmaktan uzak. Sözleşmenin ve korumayı hedeflediği değerlerin içselleştirilemediği, öngörülen mekanizmaların hayata geçirilemediği, taraf devletlere yüklenen pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmediği bir senaryoda, kadına yönelik artan şiddetin sorumlusu olarak sözleşmeyi göstermek doğru bir yaklaşım olmaz. Sözleşme “dış güçler” tarafından mı hazırlanıp Türkiye’ye dayatıldı?Sözleşmeyi imzalayıp onaylayan ilk ülke olan Türkiye, sözleşme metninin hazırlanmasında ve 11 Mayıs 2011’de imzaya açılmasında etkin rol oynadı. Sözleşmenin imzalandığı dönemde Avrupa Konseyi’nde Türkiye’den iki isim vardı. Avrupa Konseyi Dönem Başkanlığını Ahmet Davutoğlu üstlenirken, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanlığına ise dönemin AK Parti milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu seçildi. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin Kadın ve Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanlığında Gülsün Bilgehan yer alırken, sözleşmeyi kaleme alan sekiz kişilik komitede de Türk akademisyen Feride Acar vardı. Sözleşme 24 Kasım 2011’de TBMM’de oybirliği ile kabul edildi ve Türkiye, İstanbul Sözleşmesi'ni onaylayan ilk ülke oldu.Sözleşme her durumda kadının beyanını esas alarak, erkekleri mağdur mu ediyor?Sözleşme gereği yürürlüğe giren 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’a göre, kadının beyanı hüküm tesis etmek için değil, tedbir uygulamak için esas alınıyor. Yargılama esnasında masumiyet karinesi geçerliliğini sürdürüyor. “Kadının beyanı esastır” demek, şiddet tehdidi altında olduğunu beyan eden kadının, ilave delil aramaksızın koruma mekanizmalarına dahil edilmesi anlamına geliyor. Yani kadının beyanı hükme değil, korunma tedbiri alınmasına ve soruşturmanın başlatılmasına esas.Sözleşme kadına süresiz nafaka hakkı verip erkekleri mağdur ediyor mu?İstanbul Sözleşmesi’nde nafakaya ilişkin herhangi bir düzenleme bulunmuyor. Süresiz olmasına karar verilebilen yoksulluk nafakasına ilişkin hüküm Medeni Kanun’un 175. maddesinde. Boşanma nedeniyle yoksulluğa düşen tarafın talep edebileceği yoksulluk nafakası özel olarak kadınlara tanınmış bir hak değil, erkek için de şartları sağlaması koşuluyla yoksulluk nafakasına hükmedilebilir. Ortalama yoksulluk nafakası bedeli ise 2020 itibariyle 370 TLToplumun geneli sözleşmeden çekilmeyi mi talep ediyor?Konda’nın Ağustos 2020’de yayınladığı, toplumun İstanbul Sözleşmesi’ne bakışına odaklanan araştırma incelendiğinde, çoğunluğun böyle bir talebi olmadığı görülebiliyor. Rapora göre Türkiye’nin sözleşmeden çıkması gerektiğini düşünenlerin oranı yüzde 7 iken, yüzde 36 ise sözleşmede kalınması gerektiğinden yana. Yüzde 58 ise konu hakkında fikri olmadığını belirtmiş. Sözleşmeden çıkılması gerektiğini düşünen erkeklerin oranı yüzde 10 iken, aynı gruptaki kadınların oranının yüzde 4 olduğu görülüyor. Raporda dikkat çeken bir diğer nokta ise katılımcıların yüzde 62’sinin sözleşmenin içeriğine dair bir bilgi sahibi olmadığını beyan etmesi. Ev kadınlarının toplamda yüzde 21’i konu hakkında bilgi sahibiyken, lise altı eğitimli ev kadınlarında bu oran yüzde 16’da kalıyor. Sözleşme erkekleri evden uzaklaştırıp ailelerin dağılmasına mı neden oluyor?Sözleşme taraf devletlere kadınların, başta yaşama hakkı olmak üzere, uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış olması gereken temel hak ve özgürlüklerini koruma yükümlülüğü getiriyor. Bu hakların ihlal edilmesinin suç olduğunu ve bu suçun, aile kurumuna atfedilen önemle, toplumsal değerlerle veya namus söylemleriyle mazur görülmemesi gerektiğini, şiddetin her şeklinin her durumda engellenmesi gerektiğini hatırlatıyor. Erkekler değil, şiddet uygulayan erkekler, ev içindeki diğer bireylerin güvenlikleri göz ardı edilemeyeceği için, gerekli görülmesi durumunda evden uzaklaştırılıyor.2018 yılında Avrupa Konseyi sözleşmeye ilişkin oluşan bilgi kirliliğini engellemek adına bir açıklama ve soru cevap metni yayınladı. Linki aşağıda bulabilirsiniz:https://teyit.fra1.cdn.digitaloceanspaces.com/wp-content/uploads/2020/05/trke-soru-cevap.pdfKAYNAK: www.teyit.org
Korku nedir ve Filmlerde nasıl işlenmiştir? Korku türü neden insanlara cazip gelir? Kitaplardan filmlere, bizi en çok korkutan her ne ise onlara karşı büyük bir ilgi duyuyoruz. Bu yazıda korkunun tanımına ve bu türün bizlere neden bu kadar keyif verdiğine bakacağız. Ayrıca birçoğumuza korku filmi kültürünü kazandıran Amerikan korku sineması tarihine ve korkunun yıllar içinde …
Meme ve koltukaltlarımda senelerdir fibrokistlerim var, 6 ayda bir ultrasona giriyorum ve buna rağmen yıllar önce hangi akla hizmetse bir arkadaşımın ısrarı sonunda kısa bir süre koltukaltı deo-stick’lerinden kullandım. Ardından kistlerimde şişme ve ağrı oluştu, bıraktım ve tekrar asla kullanmadım, kullanmam. Zaten antiperspirant ürünlerden daima kaçan biri olmuşumdur. Deodorantım da asla pudralı olmamıştır. Terlemeyi önlemeye …
Michelin’in Yıldızlarından Mauro Colagreco Menton’un pastoral manzarasında Arjantin-İtalyan kökenli Şef Mauro Colagreco gastronomiye olan kendi bakış açısının muhteşem bir kanıtını yarattı: 1950’lere ait ve sıradanlığın çok ötesinde bir binada, Akdeniz’in nefes kesen manzarası eşliğinde, arka bahçesindeki çiftliğinden (150’ye yakın yerel ot ve çiçek) ya da İtalya ve Fransa’nın yerel çiftçi pazarlarından (İtalyan sınırı Mirazur’un ön …
Her insan kendi hikayesini yazmaktan ibaret bir dünyadır ve genelde ailesi dışında gerçek anlamda kimse bir başkasının dünyasını önemsemez. Ancak biz ne gariptir ki başkalarının bizi izlediğini düşünerek ölçe biçe yaşarız.Çocuk gibi herkesin onu izlediğini düşünen türümüz, toplumsal hayat denilen kendi tuzağını inşa eder. Aklını başkalarının onun hakkında ne düşündüğünden, ayaklarını başkalarının yolundan alamaz, tek yaşamadığı kendi hayatı oluverir.Vincent van Gogh, 1890′da ‘Tutuklular Çemberi’ adlı eserinde (Gustave Doré’nin bir gravüründen esinle) toplumsal hayata dair güçlü bir eleştiri kendini gösterir. Moskova’da sergilenen bu resimde hayat sıradanlıklardan oluşan kapalı çembere benzer. İnsanlar birer mahkumdur.Van Gogh bu resimde ışığa yer vermemiştir. Ancak çok küçük de olsa yukarı doğru uçuşan iki beyaz kelebek görülür. Böylece masumiyetini kaybetmiş hayatı betimlediği söylenir.Yaşamı, içindeki güzellikleri, Vincent van Gogh’un ‘tutuklular çemberine’ dönüştüren kurgu hayat, değerli olanın ‘görüntüler’ olduğunu söyler ve bu yalana inandırır; her şeyin sırası vardır ve sahip olunmalıdır, aksi halde sırası geldikçe ‘hadi artık’ diye bir gürültü kopuverir.Toplumsal düşünce insanlardan hayatı bir proje gibi yaşamasını ister; eş seçimi, iş seçimi, dost seçimi vesaire gibi elemeli kelimeler kullandırır… Öz önemli değildir, önemli olan ‘görüntülerdir’. Hayatın hazır menüleri sürekli bir şeylere, görüntülere sahip olmayı düşleyen bireyler yetiştirir. Arabasıyla oynayan çocuğu gören teyze, ‘Mercedes mi o?’ diye sorar…Görüntüde göz dolduran işler, kadınlar, adamlar seçilir. İnsanlar özdeki ‘değer’den ziyade, sayılabilir şeylerle meşgul olur. Bir yapboz gibi, görüntüleri tamamladıkça ortaya gösterişli bir resim çıkacağı düşlenir. Oysa en sonunda ‘kim için?’ diye bir ifade belirebilir. Doğal olduğu sanılan bu hayat kurgusuna delilik demek, delilik değildir.Hayatın bu çıkmazını gören Picasso, bir sözünde insanların uyanması gerektiğinden bahseder;“İnsanları uyandırmak gerek. Şeyleri algılama biçimlerini altüst etmek. İnsanları kızdıracak, kabul edilmez imgeler yaratmak lazım. Pek güvenilir olmayan, tuhaf bir dünyada yaşadıklarını, sandıkları gibi bir dünyada bulunmadıklarını anlamalarını sağlamak…”Yaşamdaki ‘olması gerekenler’, aklı ‘sayı ve görüntülerde’ olan yetişkinlerin düşüncesi etrafında tasarlanır. Çocuk etrafını tanıdıkça, büyüdükçe özgürlüğünü kaybeder. Çünkü gerçekte kimse, bireyin ne istediği ile yani ‘özdeki’ zenginliği ile ilgilenmez. ‘Sen ne istiyorsun?’ sorusunun yabancısıdır toplum. Kimse bir diğeri için bu kadar önemli değildir.Bu gerçek, efsane kitap Küçük Prens’teki bir düşüncede kendini gösterir;“Büyükler sayılardan hoşlanır. Onlara yeni bir dostunuzdan söz açtınız mı, hiçbir zaman size önemli şeyler sormazlar. Hiçbir zaman: ‘Sesi nasıl? Hangi oyunu sever? Kelebek toplar mı?’ diye sormazlar. ‘Kaç yaşındadır? Kaç kardeşi var? Kaç kilodur? Babası kaç para kazanır?’ diye sorarlar. Ancak o zaman tanıdıklarını sanırlar onu. Büyüklere: ‘Pembe kiremitten bir ev gördüm, pencerelerinde sardunyalar, damında güvercinler vardı’ derseniz, o evi bir türlü gözlerinin önüne getiremezler. Onlara: ‘Yüz bin franklık bir ev gördüm’ demeniz gerek. O zaman: ‘Aman ne güzel’ diye bağırırlar.”İnsan, yaşama gelmesi ile ona ayak uydurmaya başlar. Beklentiler ve onun çıkardığı gürültüler, sağından solundan çekiştirmeye başlar. Aitliklere sahip olması istenir. Çok geçmeden kendini sadece aitlikleri ile anlatabilir, kalabalıklarda önce sıradanlaşır sonra kaybolur. Önüne konan tasarım yaşam formunu doğal kabul eder. Diğer tüm hatırlanmayanlar gibi dünyalık hırsların peşine takılır. Herkes en doğrusunu bilir, önerir ancak yakından bakıldığında çoğunun istediği gibi bir hayata sahip olmadığı görülür. Albert Camus, ‘insan kendi olmayı reddeden tek varlıktır’ derken pek de haksız sayılmaz.Oysa her sese kulak vermeye çalışan biri, dünyasında kendini duyamaz hale gelir. Hayatın gürültüsünü susturmak ve sessizliğe yer açma ihtiyacını bize depresyonlarla hatırlatan doğamızdır.Sizi önemsemeyen başkalarının düşünceleri, zamanla hatalara açık hale getirir. Önünde budala bir hayat kurgusu olan insanın, en azından zamana ihtiyacı vardır. Hayata dair cümleleri zaman ilerledikçe netleşir; ne istediği, ne beklediği, yanında kimleri görmek istediği, onu nelerin mutlu ettiği gibi önemli farkındalıklara sahip olmaya başlar. Ancak, ‘ayak uydurma’ gayreti ile yer edinme çabasındaki insan, hayatına dair geri dönülmez kararları çoktan vermiş, çemberdeki yerini almıştır. Kendini bilme farkındalığı zamanla yükselse de istediklerine ulaşamayacak kadar sorumluluklar ile baş başa kalmıştır artık.Toplumsal düşüncenin beslediği beklentiler ve hayaller, bizi düşük bilinç düzeyinde yakalayan ve henüz keşfedemediğimiz dünyamızdan kopartan gürültülerdir. Pek çok insanın, burnunun ucundaki hasretleri yaşayamadığını görürsünüz. Uzanır ancak dokunamazlar; hayat bir kabulleniş, kadere razı olmak, mutluluk oyunudur.Çok az insan, unutamayacağı kadar güzel bir hatırayı yaşarken, yani tam da o anın içindeyken, bunun farkındadır. Böylesine kendini bilme ve fark etme bakımından zaaflara sahip bizler, aslında bize gerçek anlamda değer vermeyen başkalarından gelen uğultunun esiri olarak koca bir hayatı ıskalayabiliriz.Yalnızlıktan korkanlar, arayışını sonlandırabilecek tek rehberini göremeyebilir; bir sessizlik içinde, kendini duyabilmeyi armağan eden yalnızlık, insanın önemine, dünyasının zenginliğine, değerine giden yoldur. Bazen huzur veren bir kalabalıktır ve ancak böylece tüm bu saçmalıklar içinde, insanın karşısına ‘benim’ diyebileceği bir yol belirebilir. Bu yolda beklentiler, gelecek korkusu, mutluluk hayalleri yoktur. Kilitli ruh serbest kalır. Kendi yolunda olmak mutsuz eden arayışı bitirir.Her insanın yaşadığı bir trajedisi vardır; doğası ve yapabilecekleri bakımından sınırsız olan insanı, tek sınırlayabilecek şey kendi düşünceleridir. Bu çağın bize armağan ettiği mesele, toplumu, insanlarını ve onların düşüncelerini bir kenara bırakmak ve gerçekten bizim için ‘değerli’ olanın peşine düşebilmektir. Rosa Luxemburg’un dediği gibi; ‘hareket etmeyen, zincirlerini fark edemez.’ ve ancak kendini, niçinini bilen ve kendine göre hayatta değerli olduğunu düşündüğü şeyleri yapan biri mutludur.Aradığımız bize ait dünya, varoluşumuz ile zaten vardır.KAYNAK: Fırat Devecioğlu / İndigo Dergisi
AlfAlf (1986-1990) Durum Komedisi (Sitcom)Mihaly ‘Michu’ Meszaros, Paul Fusco, Max WrightMelmac gezegeninden gelen tüylü, cüce boylu, kedi -yemeyi- sever uzaylı yaratık Alf ve misafir olduğu Tanner ailesinin maceralarını anlatan diziyi kim hatırlamaz ki? Açılımı ‘’Alien Life Form’’ olan bu uzaylı dostumuza ismini evin babası Willie koymuştu. Alf uzay aracıyla yaşadığı problem sonucu Tanner ailesinin çatısına düşüyordu. Zamanla evin bireyi haline gelen uzaylı dostumuz maç izlerken geğirerek tezahürat yapmasıyla hafızalarımızda yer etmiştir eminim. =) Evin ergen ve güzel kızı Lynn, sevimli oğlu Brian ve anneleri Kate ile yaşarken çeşitli komik durumlara düşen Alf’i hayatımızın sonuna kadar yüzlerimizde bir gülümseme ile hatırlayacağız. =)BewitchedTatlı Cadı (1964-1972) Durum Komedisi (Sitcom)Elizabeth Montgomery, Agnes Moorehead, Larry Tate, Dick YorkHikaye bir cadı olan Samantha ile aşık olduğu ölümlü adam Darrin’ın aşkını ve yaşanan gülünç olayları anlatıyordu. Evlenince cadılık yapmaktan vazgeçeceğine dair kocasına söz verir. Samantha’nın annesi Endora ise bu verilen tavizden ve onaylamadığı evlilikten aşırı rahatsızdı ve bunu kızına fırsat buldukça hatırlatmayı kendine görev edinmişti. Ne var ki Samantha kocasına her ne kadar söz vermişse de birtakım sorunları cadılık gücünü kullanarak çözmekten kendini alamazdı. Özellikle burnunu kullanarak yaptığı sihirleri bizim jenerasyon mutlaka hatırlıyordur. Bu çiftimizin bir de komşuları vardı, evdeki sihirli olaylara bir şekilde tanık oluyor fakat gördüklerini bir türlü ispatlayamıyorlardı. Samantha ve Darrin’in dünyaya gelen bebekleri de annesinden sihirli güçler kazanmıştı fakat bir türlü bu güçleri kontrol edemez ve komik şeyler yaşanmasına sebep olur ayrıca bu cadılık olayının ölümlülerden gizlenmesini daha da zorlaştırırdı. Masallardaki kötü karakter cadı imajı bu dizide oldukça sevimli ve iyi bir karakter olarak karşımıza çıkarılmıştı ve Samantha’yı çok sevmiştik.Charles In ChargeCharles İş Başında (1984-1990) Durum Komedisi (Sitcom)Scott Baio, Willie AamesKahramanı erkek bir dadı olan dizilerden biriydi. Üniversite öğrencisi Charles bir evde yardımcı olarak çalışırken bir yandan da evin çocuklarına bakıcılık da yapıyordu. Bir de Buddy adında bir kankası vardı. Şaşkın, iyi yürekli, saf ve çok zeki olmayan Buddy ile kahramanımız Charles arasında komik diyaloglar geçerdi. Buddy dizinin başlarında sörfçü, kızların gözdesi, partilerin aranan siması bir gençken nedense sonradan karizmayı Charles’a devretmişti. Ailenin biri inek diğeri popüler iki kızı ve bir de şaşkın oğulları vardı. Diziden çeşit çeşit ünlü oyuncular da gelmiş geçmiştir. Bir de evin giriş kapısının arkasında gömme bir dolap vardı, sürekli birileri oraya saklanırdı, aklımda bu da kalmış. =)CheersŞerefe (1982-1993) Durum Komedisi (Sitcom)Ted Danson, Rhea Perlman, John RatzenbergerEski ve iyi bir beyzbol oyuncusu olan Sam beyzbolu bırakmış ve alkolik olmuş sonra tövbe edip bırakmış fakat alkolü tüketemese de bu kez satmayı tercih etmiş ve bir bar satın almıştır. Dizimize ismini veren bar; Şerefe! Bu barda geçen komedi unsuru yüksek olaylara diziyi izlerken hep birlikte şahit olup gülümsüyorduk. Ne güzel günlerdi. =)Doogie HowserKüçük Doktor (1989-1993) Durum Komedisi (Sitcom)Neil Patrick Harris, Max Casella, Belinda MontgomeryÇocuk yaştaki Doogie Howser üstün zekası sayesinde doktor olmuştu. Bütün hastane bu profesör doktorun karşısında el pençe divan dururdu. Küçük doktor kahramanımızın bir de Vinnie Delphino adında fırlama bir kankası vardı. Çeşitli komik olaylar ve çıkarılan derslerin ardından dizinin sonunda doktorumuz bilgisayarın başına oturur günlük yazardı. How I Met Your Mother başta olmak üzere pek çok önemli yapımda rol alan aktör Neil Patrick Harris efsanesinin doğduğu dizidir.Family TiesAile Bağları (1982-1989) Durum Komedisi (Sitcom)Michael J. Fox, Michael Gross, Meredith BaxterHayata karşı birbirinden farklı tutumları olan bir aileyi konu eden dizi Michael J. Fox’u ünlü eden yapımdır. Tipik bir banliyöde yaşayan Amerikan ailesi dizisiydi. Fakat aynı zamanda politik unsurları barındıran ve içerisine komediyi serpiştiren ilginç de bir yapımdı. Eski bir hippi olan Elyse ve Steven çiftinin çocuklarıyla yaşamları konu edilmişti. Karşılıklı yardım, dostluk ilişkileri, komikleşen olaylar örgüsünde bir sitcomdu. Michael J. Fox ailenin çapkın ve zıpır oğluydu, yaşından büyük giyimi ve davranışları vardı ve politik görüşleriyle dizinin parlayan karakteri her daim Fox idi.FriendsSıkı Dostlar (1994-2004) Durum Komedisi (Sitcom)Jennifer Aniston, Courteney Cox, Lisa Kudrow, Matt LeBlanc, Matthew Perry, David SchwimmerNew York’ta yaşayan bir grup arkadaşın hayatı üzerine dönen dizide yirmili yaşlarında üç kız üç de erkek, altı farklı karakterin birbirleriyle ve çevreleriyle yaşadıkları hayat dolu hikayeler bolca komedi unsurları serpiştirilerek anlatılıyor. Sürekli vakit geçirdikleri Central Perk adlı kafede gerçekleşen pek çok olaya kahkaha atmamak kaçınılmaz. Ben sanırım en çok Ross karakterine kahkaha atmışımdır. =) Rachel kendi düğününden kaçıp bir restoranda aşçılık yapan çocukluk arkadaşı Monica’nın evine yerleşir ve zengin ailesinin yardımını almadan yaşama tutunmaya çalışır, grubun sıkça gittiği Central Perk adlı cafede garsonluğa başlar. Dizinin tüm sezonlarını bitirdiğinizde, ünlü olma hayali kuran Joey, iş adamı olan ama dizi boyunca kimsenin ne iş yaptığını bir türlü anlamadığı Chandler, masöz ve müzisyen Phoebe ve Monica’nın abisi paleontolog Ross ve tabi ki Rachel ve Monica asla unutmayacağınız arkadaşlarınız gibi olacak. =)Full HouseBizim Ev (1987-1995) Durum Komedisi (Sitcom)Bob Saget, John Stamos, Dave Coulier, Candace Cameron Bure, Jodie Sweetin, Mary Kate Olsen, Ashley OlsenKarısının ölümünden sonra üç kızıyla bir başına dul kalan spor haberleri sunucusu baba, kendine yardımcı olmaları için rock müzisyeni olan kayınbiraderi Jesse’yi ve çocukluk arkadaşı stand-up komedyeni Joey’i çağırıyor. Dayı rolünün hakkını sonuna kadar veren Jesse dayı, hem babalık görevlerini hem de işini en iyi şekilde yapmaya çalışan baba Danny, çocukları nasıl eğlendireceğini çok iyi bilen Joey amca, ablaların en tatlısı D.J., ortanca çocukluğun gerektirdiği her şeye katlanan Stephanie ve Olsen ikizleriyle ilk kez tanıştığımız rol olan evin en küçüğü ve dünya tatlısı Michelle birbirlerine bağlanan kocaman bir aile olmuşlardı ve bizleri de kendilerine bağlamışlardı.Married With ChildrenEvli Ve Çocuklu (1987-1997) Durum Komedisi (Sitcom)Ed O’Neill, Katey Sagal, Christina Applegate, David Faustino, Amanda BearseChicago’da yaşayan alt tabakadan bir ailenin maceralarının anlatıldığı dizide başarısız ve suratsız bir ayakkabı satıcısı olan baba figürüne tembel, alaycı ve savurgan bir anne, erkek delisi aptal sarışın kız evlat ve akıllı ama garip erkek evlat figürleri eklenip ve araya kendileri kadar garip komşuları da serpiştirilince sıkça kahkaha atmanıza sebep olan olayları da karşınızda bulmamanız kaçınılmaz olurdu sanırım. Ailenin sevimli mi sevimli bir de köpeği vardı. Birbirleriyle bu kadar alakasız tipler bir ailede bir daha toplanmamıştır eminim.Perfect StrangersMuhteşem İkili (1986-1993) Durum Komedisi (Sitcom)Bronson Pinchot, Mark Linn-Baker, Melanie WilsonDokuz kardeşli ailesiyle yaşadığı kasabadan ayrılıp Chicago’ya taşınan Larry ile Yunanistan’dan kalkıp hiç tanışmadığı kuzeni Larry’nin yanına yerleşen Balki’nin komik maceralarını izlediğimiz diziden esinlenerek kuzenler birbirine ismiyle değil ‘’kuzen’’ diye seslenmeye başlamıştı. Dürüst, temiz, saf kalpli çoban Balki’ye Amerikan hayatını öğretmeye çalışan bencil, alaycı, işgüzar ve paragöz Larry zamanla birbirlerini tamamlayan sıkı dostlar haline geliyorlar ve ortaya muhteşem ikili çıkıyor. Zamanla kız arkadaşları da olur ve onlar da bu ekibe katılırlar. Çoğunlukla Larry’nin panik halleri yüzünden başları derde giren ikili Balki’nin temiz kalpliliğiyle sorunlarını çözerler. Maceraları sırasında meydana gelen komik olaylara gülmek de bize kalır. =)RoseanneRoseanne (1988-1997) Durum Komedisi (Sitcom)Roseanne Barr, John Goodman, Laurie Metcalf, Sara Gilbert, Michael Fishman, Alicia GoransonIllinois’de bir banliyöde yaşayan işçi sınıfından Conner ailesinin hikayesi. Tombiş kahramanımız Roseanne ve kocası Dan evlilik, çocuklar, kayınvalideler ve para gibi konularda çeşitli problemlerle mücadele ederken bir yandan da kısıtlı aile bütçesiyle uğraşıyorlardı. Diziye eşcinsellik kavramını dahil eden yapımlardan biriydi. Erkek Fatma kızları Darlene, sevimli oğulları D.J. ve ailenin sarışın kızı Becky’yi sanırım hepimiz hatırlıyoruzdur. Bir de sekizinci sezonda Jerry doğmuştu. Efsane komedi dizisi 2018 yılında yeniden ekranlara dönmüştü fakat başrol Roseanne Barr’ın attığı ırkçı bir Twit yüzünden dizi iptal edildi.SeinfeldSeinfeld (1989-1998) Durum Komedisi (Sitcom)Jerry Seinfeld, Michael Richards, Julie Louis Dreyfus, Jason AlexanderStand-up komedyeni Jerry Seinfeld’in tamamen kendisini canlandırdığı, kesinlikle oynamadığı, hiçbir şey hakkında bir şov. Birçok sitcom genel bir konu etrafında dönerken Seinfeld günlük hayatın anlık komiklikleriyle ilgilenmiştir. Jerry Seinfeld’in stand-up şovundan bir kesitle başlar ve dizinin sonunda da bir başka kesitle sona ererdi. Dizideki karakterler de gerçek hayattan kişilerin karikatürize edilmiş halleriydi. Düzen hastası Jerry Seinfeld dizide de hayatını komedyen olarak kazanırdı. Evi arkadaşları tarafından sürekli ziyaret edilen bir merkez haline gelmişti. Genelde şans eseri kadınlarla ilişki kurar sonra da aptalca bir şeyler başına gelip ayrılırdı. Kapı komşusu Kramer ilginç, kabarık ve bulaşık teli gibi karmaşık saç şekli, çalışmadığı halde nereden geldiği bilinmeyen geliri, karşı cinsle ilişkide en başarılı karakter olması, beyaz çorapları, evladiyelik ceketi, 50’lerde dedelerin giydiği gömlek stili, Jerry’nin evine aniden ve zamansız girişleriyle dünya dizi tarihinin en absürt yaşam formudur belki de. Bu arada adının Cosmo olduğunu dizinin çoook ileriki bölümlerinde öğrenebilmiştik. George Costanza, Jerry’nin okuldan arkadaşı, ucuz, yalancı, kıskanç, başarısızlıklarla dolu etten kemikten bir güvensizlik abidesiydi. Ay gibi parlayan bir kel, kocaman bir göbek ve kısa boyu ile bu homofobik ve düz adam dizi ilerledikçe ilahlaşan bir karaktere döndü. Elaine Benes, Jerry’nin eski sevgilisi yeni kankasıydı. Akıllı, oldukça ve bazen fazla girişken, yırtık, aşırı dürüst bir karakter olsa da yüzeysel bir tipti. İç sesinin konuşmasını sıkça dinlerdik. Özellikle metroda kalabalığın arasında iç sesinin durmak bilmeden konuşması asla unutulur gibi değil. Dans edemeyişiyle ilgili sahneler de bizi bizden alarak hafızalarımıza ciddi zarar verip oraya yerleşmiş görüntülerdir maalesef. Bu diziyle ilgili forumlarda insanların en çok yazdıkları şeylerden biri ‘’Seinfeld’i oynayan adam hiç iyi rol yapamıyor’’ cümlesi. Diziyi bölük pörçük izleyenler ve dizi ile oyuncular hakkında en ufak fikri dahi olmayanlar tabi ki bu cümleyi kuranlar. Çünkü dizinin sıkı takipçisi olan ve oyuncuları tanıyan kesim Seinfeld’in zaten rol yapmadığını, dizide de rol yeteneğinin olmadığını sıklıkla repliklerinde belirttiğini, Seinfeld’in tamamen kendini canlandırdığını çok iyi bilirler. Diziyi izlemediyseniz bunu bilerek izleyin derim. Seinfeld bir oyuncu değil komedyen ve dizide de tamamen kendisi. Rol yok.Silver SpoonsGümüş Kaşıklar (1982-1987) Durum Komedisi (Sitcom)Ricky Schroder, Erin Gray, Joel HigginsOyuncak fabrikası sahibi, malikanesi bile oyuncaklarla dolu çocuk ruhlu bir adam, 12 yaşında bir oğlu olduğunu öğreniyor ve onu evine getirerek oğluyla birlikte yaşamaya başlıyor. Evin içinde trenden tutun tilt makinasına, bilardodan kocaman oyun makinalara kadar akla ne gelirse vardı. Çocuğumuz Rick de tabi ki zengin bir baba ve oyuncaklarla dolu bir malikanede bir eli şokellada, diğer eli dondurmada yaşamaya başlayıp o dönem çocuk olduğumuz için bizleri baya bir ayar etmişti. Aynı zamanda babasının çocukça hareketlerini idare etmeye çalışır diğer yandan sekreter ile babasının arasını yapmaya çalışırdı. Ricky Schroder’ı ünlü yapan dizidir. Richie Rich çizgi filminin dizi versiyonu gibi bir şeydi.The Cosby ShowCosby Ailesi (1984-1992) Durum Komedisi (Sitcom)Bill Cosby, Phylicia Rashad, Keshia Knight Pulliam, Malcolm Jamal Warner, Tempestt Bledsoe, Lisa BonetDoktor Cliff Huxtable ve ailesinin maceralarını anlatan dizi Brooklyn’de bir banliyöde geçiyordu. Sınıf atlayan bir ailenin yaşadığı komik olaylar, eğlenceli diyaloglar, renkli espriller ve yaşama dair verilen mesajlarla hayatımızın bir döneminde yer edinmiş bir yapımdı. Anne Clair başarılı bir avukattı. Ailenin tek oğlu Theo’nun okuma güçlüğü problemi vardı ve babasıyla arasında özel bir ilişki vardı. Evin belalı kızı Vanessa ile Theo sürekli atışırdı. Evin aklı başında kızı Denise idi. Ve evin en sevimli yumurcak kızı Rudy ise ailenin büyümeyen bebeğiydi. Dizi bizlerde çok güzel bir lezzet bırakmışken baş roldeki Bill Cosby’nin gerçek hayatında çok sayıda kadın tarafından taciz davasına konu edilmesi çocukluk dönemimize damgasını vuran bir güzelliğe ne yazık ki leke düşürdü.The Golden GirlsAltın Kızlar (1985-1992) Durum Komedisi (Sitcom)Betty White, Beatrice Arthur, Rue McClanahan, Estelle GettyEmekli olup huzur bulmak için Miami’ye yerleşen ve aynı evi paylaşan 4 yaşlı kadının komik maceralarını anlatan dizi. Hayata sımsıkı bağlı bu hatunların tek istedikleri kalan zamanlarını eğlenceli geçirmekti. Yaşadıkları komik olaylara bakış açıları, birbirleriyle çekişmeleri ve aynı zamanda da birbirlerine olan içten bağlılık ve sevgileri bizi bu diziye çeken sımsıcak özelliklerdi. Sophia dizide Dorothy’nin annesiydi ve dörtlünün hem en yaşlısı hem de en zekisi ve nüktedanıydı, iğneleyici komik sözleri mutlaka olurdu. Rose aptal sarışın, naif, saf hatta biraz yarım akıllı, kırsalda büyümüş, sevimli ve en güleç yüzlü karakterdi. Dorothy, İtalyan asıllı, biraz erkeksi, sert mizaçlı, zekiydi ve Sophia’nın kızıydı. Blance ise evin sahibesi, erkek düşkünü, çapkın, süslü, aşırı makyajlı ve cafcaflı kıyafetler giymeyi seven bir karakterdi. Ne yazık ki dizi bittikten sonra 2008, 2009 ve 2010 yıllarında Sophia, Dorothy ve Blance karakterlerini oynayan aktristler ard arda vefat ettiler. Şu an Rose karakterini oynayan Betty White dizinin halen hayatta kalan tek üyesi ve hala çeşitli film ve dizilerde rol almaya, sosyal sorumluluk projelerine destek vermeye devam ediyor. En azından bunları yazdığımda yani 2021 Şubat ayında hala öyle ve umuyorum ki daha uzun yıllar sağlıkla yaşar.The JeffersonsJefferson Ailesi (1975-1985) Durum Komedisi (Sitcom)Sherman Hemsley, Isabel Sanford, Marla GibbsDiğer pek çok Afro-Amerikan dizisinden farklı olarak daha az politika içeren, Amerika’nın en uzun soluklu Afro-Amerikan komedilerinden biriydi. Orta-üst sınıfta yer alan bir çiftin hayatını konu alıyordu. Manhattan’da daha çok beyazların oturduğu bir binadaki lüks bir dairede yaşayan ailemizin aksi ve beyaz düşmanı siyahi babası George’un 7 tane kuru temizleme dükkanı vardı. Dizideki anne Louise siyah-beyaz bir çiftle arkadaş olmuştu ve George bu çifte ‘’zebra’’ lakabını takmıştı. Bir de bu ailenin ukala yardımcısı Florence vardı ve o da George’la kısa boyu yüzünden dalga geçerdi. İngiliz beyefendisi, nazik, arkadaş canlısı ve Birleşmiş Milletler’de Rusça çevirmen olarak çalışan bir komşuları vardı. Kapı önü konuşmalarının çoğunun ortasında George kapıyı bu komşunun yüzüne çarparak kapatırdı. Bir ara büyükanne karakteri olarak George’un annesi vardı ve Louise’i iyi bir eş olmamakla suçlar dururdu fakat 2 sezon sonunda diziden ayrıldı. George korkunç zevksiz giyinirdi, bazen kazağını pantolonun içine sokar üstüne de pantolon askısı takardı. Diyaloglar tiplemeler kadar komikti anlayacağınız.WebsterWebster (1983-1989) Durum Komedisi (Sitcom)Emmanuel Lewis, Alex Karras, Susan ClarkEmekli futbolcu George, futbol oynadığı dönemde en yakın dostuna bir şey olursa ailesiyle ilgileneceğine dair söz verir. Seneler sonra bu dostunun eşiyle birlikte vefat haberini alır ve ailecek cenazeye giderler. Dönüşte bir devlet görevlisi ile bu dostunun küçük oğlu Webster kapıda belirir. Çünkü George’un sözüne istinaden dostu onu vasi tayin etmiştir. Emekli olup sakin bir hayata başlayan George’un hayatından sakinlik de böylelikle uçup gidiverir. 4 yaşında olmasına rağmen büyüklere ders verircesine konuşan Webster zamanla ailenin maskotu haline gelir. Hatta evin annesi Katherine gibi ırkçı ve sert karakteri bile yumuşatmayı başarır. Diziyi izledikçe bizlerin evlerinin de bir üyesi haline gelen Webster asla unutulmazlar arasında yerini aldı.Who’s The Boss?Patron Kim? (1984-1992) Durum Komedisi (Sitcom)Tony Danza, Judith Light, Alyssa Milano, Danny Pintauro, Katherine HelmondSakatlık sonucu beyzbolu bırakmak zorunda kalan dul baba Tony, Brooklyn’den kahya olarak iş bulduğu Connecticut’a taşınmak zorunda kalır ve iş bulduğu eve kızı Samantha ile birlikte yerleşirler. Ev sahibi kocasından boşanmış bir kadındır ve işkolik olduğu için evde oğlu Jonathan ile de ilgilenebilecek bir yardımcıya ihtiyacı vardır. Ev sahibinin Mona adında bir de annesi vardır ve sık sık eve gelir. Angela annesi kadar sosyal biri değildir. Mona’nın ise aktif bir sosyal hayatı vardır. Günlük hayatları devam ederken birbirinden komik olaylar da haliyle kaçınılmaz olan dizi Charles İş Başında konseptine çok benziyordu.Yes MinisterEmret Bakanım (1980-1984) Durum Komedisi (Sitcom)Paul Eddington, Nigel Hawthorne, Derek FowldsPolitik hiciv içeren İngiliz sitcom’u. Yenice sonuçlanan bir seçimin ardından başlar. Milletvekili adayı Jim Hacker seçimde kazanır. Başbakan’ın İdari İşler Bakanlığı teklifini kabul eder. Sekreterleri Sir Humphrey Appleby ve Bernard Woolley’dir. Bölümlerde genelde Hacker’ın önerilerinin Appleby tarafından, Appleby’ın önerilerinin ise Hacker tarafından engellemeleri işlenir. Sonunda çoklukla gerçekleşen bir diplomatik felaket karşısında iş birliği yapmak zorunda kalırlar. Woolley ise her zaman bu ikilinin arasında kalır. Karakterlerin idealizmleri ve kişisel çıkarları arasındaki çelişki çok iyi işlenmiştir. Hükümete ve devlet yapısına yönelttiği sert ve acımasız eleştiriler barındıran dizi çok sayıda ödül de almış ve dönemin Başbakan’ı Margaret Thatcher tarafından da ilgiyle izlenmiştir. Hatta dizi diziyi doğurmuş ve devam dizisi Emret Başbakanım olarak 1986-1988 yılları arasında yayınlanmıştır. Uygar ülkelerde diziler, filmler ve çeşitli programlarda geçen sert eleştiriler o programın yayından kaldırılması ile sonuçlanmıyor doğal olarak. Dizide her bölüm genelde Sir Humphrey’nin ‘’Emredersiniz Bakanım’’ ya da ‘’Emredersiniz Başbakanım’’ demesiyle son bulur. Bu tanıtımı da dizideki Jim Hacker’ın bir repliğiyle sonlandıralım:‘’Bana basından bahsetme. Günlük gazeteleri kimlerin okuduğunu sana söyleyeyim; Daily Mirror okurları ülkeyi yönettiklerini sanırlar, The Guardian okurları ülkeyi yönetmeleri gerektiğin düşünürler, The Times okurları ülkeyi gerçekten yönetenlerdir, Daily Mail okurları ülkeyi yönetenlerin karılarıdır, Financial Times okurları ülkeyi satın almış olanlardır, The Morning Star ülkenin başka bir ülke tarafından yönetilmesini isteyenler tarafından okunurken The Daily Telegraph okurları bunun zaten böyle olduğunu düşünürler.’’Derleyen: Nilay Gündüz
Bilinçaltındaki mevcutları silip yer açmadıkça, ona yeni kayıtları kabul ettiremezsiniz. Arının! Amacınız her ne ise, kim olmak istiyorsanız, neyin parçası kalmak ya da hangi bütünün merkezini oluşturmak istiyorsanız öncelikle arının!Sizin okuduğunuzu sandığınız bir kitabın satır arasında veya izlediğiniz ekranın küçük bir karesinde merakı başka bir noktaya takılı kalmış bir şey kayıtta. Üstelik ilgisini çeken şeyden, sizin hoşlanıp hoşlanmamanız, kabul edip etmemeniz de hiç önemli değil onun için.Dikkatin altındaki detayı yakalamak onun işi. 7 gün 24 saat aralıksız. O, her eylemi bir duyguya bağlamakta bilincinizden çok daha usta. Çünkü o bilinçaltı.Durup dururken bir insandan nefret ettiğiniz oldu mu? Ya da severek yediğiniz bir şeye artık tahammül edemediğiniz? Yahut sürekli gittiğiniz, sizi rahatlatan bir mekanda boğulmaya mı başladınız? Örnekleri çoğaltalım. İdolünüz olan bir insan, düşünceleriyle sizi artık pek etkileyemiyor mu? Daha önce bayıldığınız bir müziğe şimdilerde duyduğunuzda çığlık atasınız mı geliyor? Haberiniz olmadan kim bilir hangi semboller yüklendi her birinin üzerine.Bir insana kendi cehennemini yaşatabilecek kudrette olduğu halde yine kendi cennetinin anahtarını sunabileceğine inanmadığınız bir mucizevi güçten bahsediyorum…Karşılaştığınız bir hadiseden, bir düşünce kalıbı türetip arşive kaldırması için tek bir gereksinimi var: Bilincinizde o an yer alan duygu. Beyin aynı anda 5 ile 7 eylemi kontrol edebilme yetisine sahiptir. Geri kalan kısım bilinçaltının vakumuna kapılmak zorundadır. Benzer kategorideki herkesi ve her şeyi birbirine bağlayarak çalışmak prensibi gereğidir.İlk görüşte ısındığınız bir insanı, mutlaka geçmişinizden sevdiğiniz bir insanı hatırlattığı için kendinize uyumlu bulur ve elektrik aldığınızı söylersiniz. Ya da tersi şekilde ilk kez göz teması kurduğunuz kişiye karşı frekans uyuşmazlığı çekebilirsiniz. Çünkü daha ilk saniyelerde analiz yapılıp, etiket yapıştırılmıştır.Düşünün: Sesine tahammül edemediğiniz bir cisim veya araç, evinize sokmadığınız bir obje yahut fikirlerine hararetle karşı çıktığınız bir insan mutlaka vardır. Uykuya dalmadan edindiğiniz bir alışkanlığınız, melodisiyle sizi büyüleyen bir şarkı, bulunduğunuz mekandan çıkmadan önce kontrollerini defalarca yaptığınız takıntılarınız mutlaka vardır.Görüldüğü üzere sabit verilerle alışılmışın dışına çıkabilmemiz imkansızdır. Bunca aynılığın arasında farklılık ummak oldukça iyimser bir davranıştır. O halde?Arınmak ama nasıl?Bilinçaltındaki mevcutları silip yer açmadıkça, ona yeni kayıtları kabul ettiremezsiniz. Bu onun için açık bir çelişkidir ve işleyişi gereği bundan hoşlanmaz. Bu durumda arınmak ilk yapmanız gerekendir. Arınmanın ilk şartı ise affetmektir. Bu ise kabul gerektirir.Ön kabulünü yapmadığınız bir kişiyi ya da olayı zihninizde sürekli suçlarsınız. Affetmekten uzaklaşırsınız ve arınmaya geçemediğiniz için de bilinç, görüşü alınmadan oluşturulmuş kalıplar üzerinden size “aynılıkları” yaşatmaya devam eder.Hepimizin duyduğu pişmanlıkları ve canımızı acıtan yaraları var. Hepimizin yersiz münakaşaları, koşullarına göre doğru bulduğu tercihleri var. Bu tercihlerin sonuçlarını hala yaşıyor olsak bile yapabileceğimiz şeyler mutlaka var. Tümünü kabul edin, affedin ve arının. Size, egonuza, nefsinize, gururunuza ne kadar ağır gelse bile…İstediğiniz şeylere ulaşmak için, evvela istemediğiniz şeyleri aşmak durumundasınız.Ulaşmak istediğiniz hedefleri, kendinizde değiştirmek istediğiniz niyet ve davranışlarınızı tespit edin. Bunları net ifadelerle ve emir kipi kullanarak, tersten yazılmış şekilleriyle, fazla göz önünde bulunmayacak yerlere asın. Unutmayın, bilinçaltı farklı şeyleri sever ve buna eşlik eden duyguyla karşılaşırsa da benimser. Yaşam alanlarına asacağınız bu küçük ama etkisi muazzam olan notlarınızda gelecek zamana ait ekler kullanmayın.İzlediğiniz, dinlediğiniz, okuduğunuz her şeye dikkat edin. Çeşitli olumlama cümleleri kurup, ses kaydı oluşturmak da çok etkili bir yöntemdir. Sabah günün ilk saatlerinde ve mutlaka uykuya dalmadan önceki zaman dilimlerinde dinlemeniz, zihinde yeni kanalların açılmasında nokta etki sağlar.Evrendeki temizliğe önce kendi özünüzden başlayın. Kimden nefret edip, kimi suçluyorsanız bağışlayın. Kocaman bir balonun gökyüzüne bırakılması gibi… Sessizce, büyük bir mutlulukla ve içten bir huzurla bırakın tutsak kıldıklarınızı. Herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde ama tam da o anda ve o durumda olmak belki de o kadar kötü değildir. Koşulları affedin. Derin bir olgunlukla, asaletle ve sıcak bir samimiyetle…Gidenlere ağlamaktan ve yersiz bekleyişleri anlamlandırmaktan vazgeçin.Derinliklerinizde kalmış her şeyi yeniden tanımlayın. Tutkularınızın gözeneklerini mesken tutmuş gizli hırslarınızı yakalayın. Arının. Her türlü menfaatten ve menfi düşünceden… Kinden, gerilimden, çabasız kazançtan, boş tesellilerden ve kıskançlık illetinden… Ellerinizi, zihninizi, kalbinizi tüm benliğinizi arındırın ki her gününüz bir diğerinin tekrarı olmasın.Bilinçaltının “aynılık” kavramından duyduğu rahatlık ve eminliği reddedin. Zor olanı, cesaret gerektireni yapmaya karar verdiğinizde, dirense dahi sonunda teslim olacağını bilin.Karalamalarınızı temize çekin.Hiç bakmadığınız manzara kenarlarını seçin. Tüm şımarıklıklardan kendinizi yalıtmayı bilin. Aynı zamanda da mükemmel bir tasarımın parçası olma bilincini de kaybetmeyin. Kendinize bir varoluş mucizesi olarak bakın. Çevrenizde şükretmeye dair ne varsa hayranlık besleyin. Başınıza gelen mutluluk verici hadiseleri tarihleriyle birlikte not edin. Gün geçtikçe çoğalan cümleler, yaşantınızdaki memnuniyet kayıtlarına ve huzurlu olma gerekçelerini içeren bir arşive dönüşecektir.Bir yağmurun usul usul koca bir şehri arındırdığı gibi arının. Sessizce olsun, içinize dönerek. Fakat ses getirsin yaşamınıza yansımaları. Gönlünüzde ve zihninizde ne varsa, ederiniz odur. Kötü olan hiçbir şeye varlığınızda yer vermeyin ki birikmesin.Günün sonunda huzurla yudumladığınız çaya ne kadar yorulduğunuz değil, neler edindiğiniz eşlik etsin. Her yeni gün tekrar arının. Çevrenizde size kulak tıkayan ne kadar çok insan çıkacaksa daha da fazlası gözünüzün içine bakacak. Siz içinizde başlatın, dışınız da buna ayak uyduracak. Sever adım, sayar adım…Hayat size asla vaatte bulunmaz. Sizin ona vaat ettiklerinize şahitlik yapar. Yaptıklarınıza pişmanlık katarak, yapmadıklarınıza takılı kalarak geçiyor zaman… Yakın ihtimallere uzak kalarak, “ben” bilincine yanlışlıklar katarak yol almayın. Kendinizi geleceğe taşırken, bugünü karsız kapatanlardan olmayın. Hayallerinizi gerçekleştirmek için bilincinize yatırım yapın.“Yaşamın gayesi; hoşa gitmeyen şeylerden kaçmak değil, hoşa gitmeyen şeyleri yenmektir.” (Victoria Forester)KAYNAK: İndigo Dergisi
1993 yılında Matthew Perry, kendisinin yazdığı 20’li yaşlarda bir grup arkadaşın konu edildiği Maxwell House adlı bir senaryo ile NBC’nin kapısını çalmış fakat geri çevrilmiş. Çünkü NBC’nin hali hazırda Friends adında bir çalışması varmış.Dizi için Friends adına karar vermeden önce bazı seçenekler şunlarmış: Friends Like Us, Six of One, Across the Hall, Once Upon a Time in the West Village ve Insomnia Cafe.Orijinalinde dizi 4 ana karakter üzerinde yoğunlaşacakmış: Monica, Ross, Rachel ve Joey. Chandler ve Phoebe yardımcı karakterler olarak düşünülmüş.Ayrıca Monica ve Joey da dizinin ana çifti olarak düşünülmüş.Ellen De Generes’e Phoebe rolü teklif edilmiş fakat o kabul etmemiş.Projenin ilk aşamalarında yazarlar Chandler’ı gay yapmayı tasarlamışlar!R.E.M.’in Shiny Happy People şarkısı dizinin orijinal jenerik müziğiymiş ve pilot bölümde kullanılmış.Kapı gözetleme deliğindeki çerçeve aslında aynaymış, bir set çalışanı tarafından kazayla kırılmış. Fakat güzel göründüğünden orada kalmasına karar vermişler.Dizinin ikonlarından Central Perk’teki turuncu koltuk, Warner Bross’un bodrumunda set tasarımcısı tarafından bulunmuş.İlk bir kaç bölümde Monica ve Rachel’ın kapı numarası 5’miş. Fakat 5 numaranın üst kat için uygun bir numara olmadığını fark edip 20 ile değiştirmişler.Aynı şekilde Chandler ve Joey’nin kapı numarası da 4’ten 19’a çevrilmiş.Dizinin şarkılarından “I’ll Be There For You” Friends yapımcıları David Crane ve Martha Kauffmann’la beraber The Rembrandts üyeleri Phil Solem ve Danny Wilde tarafından yazılmış.Şarkı 8 hafta boyunca listelerde 1 numara olarak kalmış.Dizinin prömiyeri yayınlandığında oyuncuların yaşları:Ross 27Joey 27Monica 30Phoebe 31Chandler 25Rachel 25Karakterlerin tam isimleriChandler Muriel BingRachel Karen GreenRoss Eustace GellerMonica E. Geller (E’nin ne olduğunu asla öğrenemedik)Joseph Francis Tribbiani Jr.Phoebe Buffay2. Sezon tek Şükran Günü özel bölümü içermeyen sezondu.Jennifer Aniston, dizi zamanındaki saç kesiminden nefret ettiğini söylemişti.Courteney Cox, Friends oyunculuğu için Emmy adaylığına gösterilmeyen tek oyuncuydu.Söylenilene göre, 9. Sezondaki Şükran Günü bölümünde Jill Green’i tekrar oynamak için uygun olmayan Reese Witherspoon yerine Christina Applegate oynamıştır.Bruce Willis, dizide ücretsiz olarak konuk oyuncu olmuştur.Matthew Perry ve Bruce Willis’in beraber oynadıkları The Whole Nine Yards filminin çekimlerinde Perry, Willis ile iddiaya giriyor. Eğer film gösterime girdiği hafta 1. sırada olursa Willis’in Friends’te bir bölüm ücretsiz oynaması üzerine. (Willis ise bunu önceden planlamış zaten)Film 1. sırada açıyor haftayı, Willis ise Friends’ten aldığı parayı bağışlıyor.Gunther dizi içinde bir konuşmanın parçası değildi. Oyuncu James Michael Tyler rolü ekstradan aldı çünkü espresso makinasını nasıl çalıştıracağını biliyordu.James rolü aldığında bir kahve dükkanında çalışıyordu ve ilk 4 sezon boyunca rolünde kaldı.Monica’nın dairesindeki buzdolabı gerçekten çalışıyordu. Oyuncular ve set çalışanları için içecek içeriyordu.Joey’nin beyaz köpek heykeli gerçekte Jennifer Aniston’a aitti. Jennifer’ın bir arkadaşı, heykeli ona şans getirmesi için hediye etmiş.Yayınlandığı süreçte, dizinin iki adet soundtrack’i piyasaya çıkmıştır.İlk sezon boyunca oyuncular kişi başına her bölüm için 22,500 $ almıştır. Dizi sonunda ise bu rakam kişi başında 1 milyon $’a çıkmış.Dizinin final bölümü 52.46 milyon kişi tarafından izlendi ve bu oran Amerikan tarihinin dizi finalleri arasında en büyük 4. izlenme oranıydı.KAYNAK: birdizihaber.com
İyilik Yaptığımız İnsanları Mı Severiz, Sevdiğimiz İnsanlara Mı İyilik Yaparız?İyilik yaptığımız kişilere daha çok bağlanıyoruz. Buna, bu fenomeni keşfeden ilk kişi Benjamin Franklin olduğu için Benjamin Franklin Etkisi deniyor.On sekizinci yüzyılda, Amerikalı bilim insanı ve siyasetçi Benjamin Franklin, Pennsylvania eyalet meclisinin ikna edilmesi güç ve inatçı bir üyesinin işbirliğini kazanmak istedi. Adama yalvarmak yerine, Franklin tamamen farklı bir yol izlemeye karar verdi.Adamın kütüphanesinde nadir bulunan ilginç bir kitabın nüshası olduğunu biliyordu ve adama kitabı birkaç günlüğüne ödünç alıp alamayacağını sordu.Adam bunu kabul etti ve Franklin’in ifadesiyle “Bir sonraki görüşmemizde benimle konuştu (ki daha önce bunu hiç yapmamıştı), üstelik büyük bir kibarlıkla ve takip eden dönemde her konuda beni desteklemekten kaçınmadı.” dedi.Franklin, kitap ödünç alma tekniğinin başarısını basit bir kurala dayandırmaktaydı:“Size bir kez iyilik yapan, onu bir daha hiç zorlamanıza gerek kalmadan bir kez daha yapmaya hazır olacaktır.”Başka bir deyişle, bir kişinin sizi sevme olasılığını artırmak için size bir iyilik yapmasını sağlayın.Yüz yıl sonra, Rus roman yazarı Leo Tolstoy da aynı fikri şu cümlelerle dile getirdi:“İnsanları bize yaptıkları iyiliklerden dolayı değil, biz onlara iyilik yaptığımızda daha çok severiz.”1960’lı yıllarda, psikologlar Jon Jecker ve David Landy, bu 200 yıllık tekniğin yirminci yüzyılda hâlâ işe yarayıp yaramadığını keşfetmeye karar vermişlerdir.Bir deneyde, katılımcılara bir miktar para kazandırılmıştır. Laboratuvardan ayrılmalarının ardından, bir araştırmacı bazı katılımcıları yakalamış ve para sıkıntısı çektiğini söyleyerek onlara parayı geri verip veremeyeceklerini sormuştur.Bölüm sekreterliği yapan ikinci bir araştırmacı ise diğer katılımcılara giderek aynı talepte bulunmuş ama bu sefer psikoloji bölümünün deneyin masraflarını karşıladığını ve bölümün para sıkıntısı çektiğini söylemiştir.Daha sonra, katılımcıların hepsinden her bir araştırmacıyı ne kadar sevdiklerini değerlendirmeleri istenmiştir.Franklin ve Tolstoy’un onca yıl önce öngörmüş olduğu gibi, katılımcılar kişisel olarak yardım ettiklerini düşündükleri araştırmacıyı daha çok sevmişlerdir.Kulağa tuhaf gelse de “Franklin Etkisi” denen bu ilginç olgu teorik açıdan doğrudur. Çoğu zaman, insanların davranışları duygu ve düşüncelerinden kaynaklanır.Özetle, insanları sizi sevmeye teşvik etmek için onlardan yardım isteyin.Şu durumda, Balzac’ın: “İnsanlara, onları size nankörlük yapmaya mecbur bırakacak kadar büyük iyiliklerde bulunmayın.” sözü de, yerine oturuyor sanırım.İyilik dürtünüzü, kendi çıkarları için kullanmak isteyen insanlara karşı bilinçli olmanız dileğiyle…KAYNAKÇA:Yazı, Prof. Richard Wiseman’ın “59 Saniye” adlı kitabından alıntılanarak hazırlanmıştır. (İyilikler, Gülünç Durumlar ve Dedikodu / sayfa 60-61)MatematikselGamze Dönmez
Mükemmel bir ebeveyn olmanın yolları, iyi ebeveynlik özellikleri ve ipuçları Çocuğunuzun bebeklik ve okul öncesi döneminden bir okul öğrencisi ve genç olduğu süreçte pek çok şey değişse de temel prensipler hep aynı kalacaktır. Mükemmel bir ebeveyn olarak onun olgunluk seviyesiyle ona uygulayacağınız kuralları, sorumlulukları ve izinleri dengelemeniz gerekir. Çocuk küçükken daha kendine odaklı ve başkalarının …
Son anda haber veren ya da haber vermeden çat kapı gelen misafirler, misafirperverliğiyle bilinen biz Türkler için bazen sıkıntı veren bir durum oluşturabilir. Sizleri bu durumdan kurtarmak için hepimizin evinde her daim bulunan ya da mevsimine göre bakkalımızdan, marketimizden bile kolayca temin edebileceğimiz malzemelerle hızlı bir şekilde hazırlanabilen yemek tariflerinden oluşan bir tarif serisi hazırladım. …
Twitter'ın yüksek takipçili profillerinden @altiparmakli hesabının sahibi Görkem'in twitleri Tesla'yı çok daha kolay aklımızda kalacak şekilde anlatmış. Hepsini derleyip bu başlık altında topladım. Tesla hayranları için muhteşem bilgiler.Keyifli okumalar =)''Nikola Теsla 5 çocuklu bir ailenin 4. çocuğu olarak Hırvatistan'ın kırsal bir kesiminde dünyaya gözlerini açtı.Çocukken; kedileri severken yarattığı elektriklenmenin, onu elektriğin ne olduğunu anlamaya nasıl yönelttiğini henüz bilmiyordu.Теsla anılarında anlattığı üzere, annesi sadece parmaklarını kullanarak göz açıp kapayıncaya kadar üç düğüm atabilen biriydi.Ayrıca yaratıcı bir kadındı. Doğaçlama olarak araç yapabilme yeteneği vardı; hatta kendi mekanik yumurta çırpıcısını bulmuştu.“Sahip olduğum her türlü mucitlik becerisinin köklerini annemin etkisine bağlamam gerekir” diye yazacaktı anılarında.Теsla’nın inanılmaz bir tahayyül yeteneği vardı: Olayları/deneyleri üç boyutlu olarak ince ayrıntılarla kafasında görselleştirmek.Çocukluğunda birkaç kez ölümle burun buruna geldi. Kaynayan sütle dolu bir kazanın içine baş üstü düştü.Bir salın altından yüzerek geçmeye çalışırken az daha boğulacaktı, Ağır sıtma ve kolera nöbetleri geçirdi.Geçirdiği bunca olay obsesif kompulsif bozukluğa sahip olmasına neden oldu. Bu yüzden bilim camiasında asla gerçek anlamda kabul görmedi.Ayrıca çalışmalarının sağlamış olması gereken saygıyı ya da maddi getiriyi de elde edemedi.19 yaşındayken matematik problemlerini neredeyse zihinden çözüyordu. Boş zamanlarında kendi kendine beş dil öğrendi.Gününün yaklaşık yirmi saatini bilgiye ayırdı ve geceleri dört saatten az bir süre uyudu.Yine de bir ara sıradan bir öğrenci gibi de yaşadı. İçki, sigara, kumar.. Hatta Anna adlı bir kıza bile tutuldu.Babasının öğrenimi için gönderdiği bütün parayı bir iskambil oyununda kaybetmesiyle, hayatının bu dönemi birdenbire son buldu.Yaptığı şeyden duyduğu derin utançla, kumarı ve sigarayı temelli bıraktı ve artık kadınlarla hiç temasa girmemeye ant içti.Graz’da okurken o sırada elektrik mühendisliğinin en uç teknolojisi sayılan Gramme dinamosuyla karşılaştı.Tesla makineye hayran kaldı, ama sürekli kıvılcım saçması aklına takıldı.Dinamonun kıvılcım saçmasına yol açan şey kısa devreydi. Tesla’ya göre, böyle bir çözüm aşırı karmaşık, hatta hantaldı.Dalgalı akımı kullanmanın yolu bulunamaz mıydı? Ama dalgalı akımlı motorlar üretmeye yönelik ilk girişimler başarısızlıkla sonuçlanmıştı.Tesla öğrenimini tamamlayıp diploma alamadı. 1881’de Budapeşte’ye geçti ve bir telefon mühendisi olarak iş buldu.Böylesi ona akademik çalışmadan çok daha fazla uyan bir şeydi ve bir tür erken hoparlör olan ilk icadını bu dönemde ortaya koydu.Ama garip bir durumdan dolayı sıkıntı çekmeye başladı. Çok yönlü aşırı duyu yükünde güneş ışığı gözlerini kamaştırmakta, bir saatin tıklaması kulağında çekiç darbeleri gibi yankılanmakta, trafikte titreşimlerde dengesini yitirmekteydi.Doktorları işin içinden çıkamadılar ve artık öleceği kanısına vardılar; ama durum başlayışında olduğu gibi birdenbire ortadan kalktı.Tesla kısa bir süre sonra toparlanmak için parkta yürürken birdenbire bir tahayyül etti.O öğleden sonra gördüğü şey dünyayı değiştirecekti. Dalgalı akım motorunun ayrıntılı bir vizyonuydu bu.28 yaşında Tesla 1884’te cebinde dört sentle ve bazı Sırpça şiirlerle Thomas Edison’un New York’taki ofisinin kapısını çaldı.Önceki iki yılı Edison’un Paris’teki şirketinde çalışarak geçirmiş ve orada boş zamanlarında ilk dalgalı akım motorunu yapmıştı.Paris’teki işvereni Charles Batehelor’un bir mektubunu uzattı. Edison’a hitaben yazılan mektupta dosdoğru belirtilen şey şuydu:“İki büyük adam tanıyorum; bunlardan biri sensin, diğeri de bu genç adam.”Edison genç Tesla’nın dalgalı akım enerjisine ilişkin fikirleriyle ilgilenmedi; çünkü o sırada doğru akımlı jeneratörler yapmaktaydı.Edison’un ilgisini asıl çeken şey Tesla’nın kendisiydi. Görünüm itibariyle garip bir kişiydi.Uzun boylu, her sabah kalktığında ceketini, tozluğunu ve eldivenini bile unutmaksızın tertemiz giyinen kültürlü ve şiir tutkunu Avrupalı.Edison ise kendi saçını kesen ve yiyecek lekeleriyle kaplı aynı elbiseyi günlerce giyen derbeder bir adamdı.Tesla’nın tahayyül yeteneği vs Edison’un “yüzde 99 ter dökme” yaklaşımı. Let the fight begin.Edison, Tesla’yı haftada 18 dolar gibi cüzi bir ücretle işe alarak, akımı geliştirmesi halinde 50.000 dolar ikramiye sözü verdi.Tesla alışageldiği özenle işe girişti. Önceleri yeni patronuna karşı büyük hayranlığı vardı.Edison’un ona zekâsını arttırmak amacıyla her gün tavşan yediğini belirtmesi üzerine, şakayı ciddiye alarak haftalarca başka bir şey yemedi.Yaklaşık bir yıl sonra doğru akımlı jeneratördeki sorunu çözdüğünde Edison ikramiye yerine ücretini haftada 25 dolara çıkarmayı önerdi.Tesla istifasını bastı ve ertesi yıl geçimini işçilikle sağlarken, geceleri kafasındaki icatlar üzerine çalıştı.Alternatif akım sistemini geliştirdi. Tesla’nın sisteminin yalınlığı sanayici George Westinghouse’un ilgisini çekti.Tesla’yı yanında işe alarak, patentlerini 60.000 dolara satın aldı ve her beygir gücü için ona 2,5 dolar imtiyaz payı ödemeyi kabul etti.Edison tehlike sinyalini görmüş olsun ya da olmasın, Tesla ve Westinghouse’u durdurmak gerektiğini biliyordu.Savaş makinesini gümbürtüyle harekete geçirdi. Saldırısının dayanağı dalgalı akımın tehlikeli olduğuydu.Savını en vahşi biçimde ortaya koymak üzere, hayvanları herkesin gözü önünde dalgalı akım kullanarak elektrikle öldürmeye başladı.Yine de pes etmeyen Westinghouse ve Tesla’nın 1898’de dünyanın ilk hidroelektrik tesisini kurdu.1890’lar Tesla için yaratıcılık doluydu. Wilhelm Rontgen’den üç yıl önce x-ışınlarını buldu ve biyolojik risklerine dikkat çekti.Marconi’den iki yıl önce ilk radyo dalga aktarıcısını geliştirdi ve telsiz kumandasını icat edip patentini aldı.Telle dalgalı akım aktarmada ustalaşmış biri olarak, 1890’ların sonuna doğru tel kullanmaksızın uzaya akım göndermeyi başardı.Ondan beklenmeyecek şovmenlik yeteneklerini sergilediği halka açık gösterilerde yüz binlerce voltu vücudundan geçirdi.Bankacı J. P. Morgan 1900’de daha da büyük bir telsiz aktarıcısına, Wardenclyffe Kulesi’ne 150 bin dolar yatırmayı kabul etti.Tesla’nın planı küreseldi: Telefon ve telgraf sistemlerini tek bir telsiz şebekesinde birleştirmek.Bu sayede yerkürenin bir ucundan öbür ucuna dakikalarla ölçülecek sürede resimler ve metinler aktarmak.Aslında, interneti yüz yıl kadar önce tasarlamıştı, hem de sadece bunu da değil, bilgisayarın pilsiz çalışabileceği bir sistemi.Neredeyse ömrünün tam ortasında (44 yaşında) şöhretin doruğuna varmışken, birden işler sarpa sarmaya başladı.Morgan 1903’te Wardenclyffe projesinden çekildi. ABD Patent Dairesi 1904’te yanlış bir kararla Marconi’yi radyo patentiyle ödüllendirdi.Hakaret 1909’da Marconi’ye Nobel Ödülü’nün verilmesiyle daha da ağırlaştı; aynı şekilde Rontgen’e de 1901’de bu ödüle uygun görülmüştü.Tesla Sermayesinin tükendiği 1905’te laboratuvarını kapatmak zorunda kaldı. İki yıl sonra da George Westinghouse borsada battı.Çaresizlik içinde Tesla’dan aralarındaki sözleşmede değişikliğe razı olmasını rica etti.Tesla modern iş hayatındaki en soylu jestlerinden birini gösterdi ve Westinghouse’a şunları söyledi.Westinghouse tek seferlik bir ödeme olarak Tesla’ya 200 bin dolar verdi. O sırada Tesla’nın payının değeri 12 milyon dolardan fazlaydı.Gelgelelim, 1914’te Birinci Dünya Savaşa’nın patlak vermesi Tesla’yı Avrupa patentlerinden elde ettiği diğer gelirlerden de yoksun bıraktı.Maddi bakımdan bir türlü toparlanamayarak ömrünün son on yılını arkadaşlarının faturalarını otel odasında geçirdi.Maddi durumundaki bu dağılmaya gittikçe dengesizleşen kişisel davranışlar eşlik etti. Temizlik fetişi Howard Hughes tarzı boyutlara ulaştı.Tokalaşmaktan kaçınmak için her çareye başvurarak, insanlarla karşılaştığında ellerini arkasına saklama yoluna gitti.Yemek masasında çatal bıçak takımının ısıtılıp sterilize edildikten sonra önüne getirilmesini ister hale geldi.Sofradaki her parçayı bir peçeteyle eline alır, başka bir peçeteyle temizler ve ardından her iki peçeteyi yere atardı.Bir zamanlar hoşuna giden akşam yemeğinde iki biftek yeme huyunu zamanla bırakarak bir vejetaryen kesildi.Ama şık giyinmeyi sürdürdü. Gri süet eldivenlerini takmadan dışarıya çıkmaz ve bir hafta kullandıktan sonra hemen atardı.Her hafta yeni bir kravat satın alırdı ve sadece beyaz ipekli gömlekler giyerdi. Yakaları ve mendilleri bir kez kullanırdı.Zamanla mücevherata karşı bir tiksintisi gelişti. İnciler takmış bir kadının yakınında oturamazdı.En şairane takıntısı ise düşünerek geçirdiği saatlerin gözlerindeki rengi soldurduğuna kesin inanmasıydı.Çalışmaları da benzer biçimde zıvanadan çıktı. Mars ve Venüs’ten telsiz mesajlar aldığını ileri sürdü.Hava durumunu denetim altına almak için elektriği kullanmaktan söz etti.Bütün bunlar halkın zihnindeki Tesla imajının saygın dahiden deli bilimciye dönüşmesini sağladı.Tesla 1943’te seksen altı yaşında, ağır borca gömülmüş halde otel odasında yapayalnız öldü.ABD mahkemeleri 1944’te nihayet lehinde karar vererek, radyoyu icat edenin Marconi değil, Tesla olduğunu onayladı.O zamandan beri itibarının geri verilmesi için epeyce şey yapılmış olsa da, Edison ve Marconi hâlâ herkesin hatırladığı adlardır.Çoğu insanın hiç göremediği, daha derin bir gerçekliğin anlık görüntülerini yakalamanın yüküyle ve keyfiyle yaşadı.Ölümünden birkaç hafta önce, son bir kadınsı oldu. Her gün 3327 numaralı odasının penceresine konan bir dişi güvercinle dostluk kurdu.Kuşları hep sevmişti, ama onu "bir başka” sevdi. “O beni anlıyordu, ben de onu anlıyordum.” diye yazdı.Birkaç hafta sonra hayata veda etti.Elektromanyetik, robot bilimi, uzaktan kumanda, radar, balistik ve nükleer fizik alanlarındaki buluşlarıyla 700’den fazla patent aldı.Alternatif akımı, radyoyu, x-ışını tüplerini, floresanı, Tesla bobinini ve daha bir çok şeyi hayatımıza kazandırdı.Nikola Tesla "20. yüzyılı yaratan adam”dı.''Derleyen: Nilay Gündüz
7th HeavenKalabalık ve Mutlu (1996-2007) Aile, Drama, KomediStephen Collins, Catherine Hicks, Beverley Mitchell, Mackenzie Rosman, David Gallagher, Barry Watson, Lorenzo Brino, Nikolas Brino, Jessica BielProtestan bir papazın aile hayatını, aile bireylerinin birbiriyle ve çevreyle ilişkilerini anlatırken bol bol da ders veren dizi. 7 çocuklu bu ailede tesadüf bu ya, o gün hangi konu hakkında ders verilecekse tüm çocuklar ayrı ayrı o konu ile ilgili hatalar yapar, sonra da anne ve babaları sayesinde yanlışlarını anlarlardı ve her şey tatlıya bağlanırdı.Alias Smith And JonesSmith ve Jones (1971-1973) Western, MaceraPete Duel, Ben Murphy, Roger DavisBatı’nın en çok aranan suçlularından ikisi olan Hannibal Heyes ve Kid Curry’nin yani Smith ve Jones’un maceralarını izlediğimiz kovboy dizisi. Biri sarışın biri esmer, biri iyimser biri kötümser bu abiler her ne kadar birbirleriyle geçinemeseler de içten içe severlerdi birbirlerini. Çatışma olurdu saklanırlardı, sonra yazı tura atarlardı kim önce çıkıp hamle yapacak diye, hep de sarışın olan kazanırdı.BonanzaBonanza (1959-1973) WesternLorne Greene, Michael Landon, Dan Blocker, Pernell RobertsBaba Cartwright ve oğullarının maceralarını anlatan nostaljik televizyon dizisidir. Dizide, son derece akıllı bir aile reisi olan bir baba ve onun üç oğlundan oluşan Cartwright ailesinin, Amerika’nın ‘Vahşi Batı’ dönemi diye adlandırılan yıllarındaki yaşantıları anlatılmaktadır. Yayınlandığı dönemde alışılmamış bir Western türü olarak göze çarpan filmin ana temasını, baba Ben Cartwright ile onun birbirlerine hiç benzemeyen üç oğlunun; kibar mimar Adam, sıcak ve sevimli dev Eric, tez canlı ve atılgan Joseph’ın birbirlerini ve topraklarını korumaları oluşturmaktadır. Hop Sing adlı bir de Çinli göçmen aşçısı olan aile, Nevada’daki Tahoe Gölü’nün kıyısındaki Ponderosa Çiftliği’nde yaşamıştır.Dr WhoDr Who (1963- Günümüz) Macera, Drama, Aile, BilimkurguTom Baker, William Hartnell, Patrick Troughton, Jon Pertwee, Matt Smith, David Tennant, Peter Capaldi, BBC’de yıllardır oynayan İngiliz yapımı dizi. Telefon kulübesiyle oraya buraya ışınlanan, zamanda yolculuk yapan ve doktor olarak bilinen bir tipin bitmek bilmez maceralarını anlatır. Doktor'un öldükten sonra rejenerasyon geçirmesiyle rol bir oyuncudan başka bir oyuncuya geçmektedir. Doktor, Zaman Lordları'na ait bu özelliği kullanarak ölümcül bir yara aldığında yenilenerek yeni bir vücut ve yeni bir kişiliğe sahip olmaktadır. Böylece dizinin devamlılığı sağlanmıştır. Her oyuncunun canlandırdığı Doktor farklı kişiliğe sahip olsa da, tüm Doktor'lar aynı karaktere sahip olmuş ve aynı hikâyenin bir parçası olmuştur. Zaman yolculuğunun doğası olarak, Doktor'lar bazen birbirleriyle karşılaşmıştır.Fantasy IslandHayal Adası (1977-1984) Macera, Komedi, DramaRicardo Montalban, Hervé Villechaize, Christopher Hewett Hayatta bazı ideallerine kavuşamamış ya da bazı şeyler içlerinde ukde kalmış sosyo ekonomik düzeyi orta veya yüksek sınıftaki insanların bir adaya gelerek, burada bunları hipnozvari bir şekilde yaşamalarını konu alıyordu. Dizi balarken denizin ortasında, tabiat adına tüm güzellikleri bulabileceğiniz eşsiz bir ada manzarası çıkar ilk önce karşınıza. Altın tanesi gibi bir kumsal, sahilde bembeyaz köpüren dalgalar, geçit vermeyen gizemli dağlar, yüzlerce metre yükseklikten çılgınca akan şelaleler, salınan palmiyeler olmak üzere binbir çeşit ağaç ve bitki sizleri adeta alır götürürdü oralara. Derken birden havada çift motorlu bir deniz uçağı belirir, deniz uçağı okyanusun üzerinde uçarken, denizin üstündeki güneş yansıması insanın ruhunu okşayacak cinstendir filan. Neyse aynı anda bizim Cüce Tattoo havaya bakarak deniz uçağının gelmesini gözlemlemektedir. Uçak gökyüzünde belirir belirmez Tattoo; "uçakkk patron uçaaakk" diye bağırarak, hızlı adımlarla çan kulesine yol alır. Daha sonra o minnacık cüssesine rağmen kulenin çanını iki eliyle tüm gücüyle sallamaya başlar. Çan sesini duyan Mr. Roarke, partneri Tattoo ile sahile giderler. Aynı zamanda onlarla birlikte birbirinden güzel ve seksi kızlar da koşar adım, karşılama seremonisinde yer almak için hareket ederler. Kızların üzerlerinde Hawaii tipi çiçekli bikinilerin yanında gene Hawaii tarzı etekler bulunmaktadır. Bu kızlar ilk önce ada misafirlerine çiçek ve kokteyl sunarlar, sonra ise kalacakları yere kadar onlara eşlik ederler. Bazen çiçekleri elde buket olarak verirken, bazense boyunlarına asıverirler. Her bölümde ayrı bir hikaye işlenirdi.LassieLassie (1954-1974) Drama, Aile, MaceraPal, Lassie, Jon Provost, June Lockhart Lassie, aynı adlı dişi bir Rough Collie ile onun insan ve hayvan dostlarının maceralarını konu alan, ortasinda aglanan sonunda sevinilen dizi. "Lassie bize bişey anlatmak istiyo. Bize ne anlatmak istiyosun Lassie?" repliği hafızalarımızda kalmıştır. Lassie karakterini ilk oynayan Pal adında bir erkek Rough Collie’dir. Sonrasında çocukları ve torunları bu role devam etmiştir.Little House On The PrairieKüçük Ev (1974-1983) Drama, Aile, RomantizmMelissa Gilbert, Michael Landon, Karen Grassle 19.yüzyılda Kansas’ta yaşamış olan Laura Ingalls Wilder adında bir yazarın hayatını konu alan televizyon dizisi. Batı Amerika'da yaşayan Ingalls ailesinin başından geçen ilginç maceraları anlatan dizi, Ingalls ailesinin yaşadığı küçücük evi ve evin içinde kesişen hayatların ortak noktalarını anlatırdı. 1800'lü yılların sonlarında bir kış günü Laura Ingalls ve ailesi Batı Wisconsin ormanlarından ayrılmaya karar verirler çünkü yaşadıkları yer, yeni yerleşimciler ile dolup taşmaktadır. Ama önce Missisippi Nehri'ni geçmeleri ve açık çayırlara ulaşabilmek için sırasıyla Wisconsin, Minnesota, Iowa, Missouri ve Kansas'ı dolaşmaları gerekmektedir. Seyahatin son günlerine doğru ise ovalarda güzel ve açık bir araziye rastlarlar. Vandigris Nehri kıyılarındaki topraklara yerleşmeye, yeni yuvalarını burada kurmaya ve varlıklarını bu vadide sürdürmeye karar verirler.Love BoatAşk Gemisi (1977-1987) Komedi, Drama, RomantizmGavin MacLeod, Bernie Kopell, Ted Lange, Fred Grandy, Jill WhelanAşk Gemisi, misafirlerini tropik denizlerde rüya gibi seyahatlere çıkartan sosyetik bir gezi gemisiydi. Beyazlar içindeki kaptan Stubing ve tüm ekibi çok canayakındı, yolcuların her derdine deva olmaya çalışırlardı. Her bölümde yolcuların başına bir şey gelir, bir polisiye olay, yarım kalmış aşk macerası, küskünlük gibi problemler ortaya çıkar ve seyahat süresi içinde ekibimiz olayı çözerdi. Geminin gerçek ismi 'Pacific Princess' olmasına rağmen yolculuk sırasında aşklar yaşandığından bu isimle anılırdı. Geminin kaptanı Merrill Stubing, doktoru Adam Doc, asistan kamarot Gopher, gemi direktörü Julie McCoy, kaptan Stubing'in kızı Vicky ve dünyanın en sempatik garsonu Isaac'le muhteşem bir ekiptiler. Isaac'in espri ve hareketleri bizi gülmekten kırıp geçirirdi.Man From AtlantisAtlantis’ten Gelen Adam (1977-1978) Macera, BilimkurguPatrick Duffy, Alan Fudge, Belinda MontgomeryAtlantis’in son yaşayan üyesi olduğu zannedilen, perdeli parmaklı, tuhaf yüzme stiline sahip Mark Harris’in maceraları. Uzayda geçmeyen ama denizler altını uzaymış gibi algılamamıza yol açan bilim kurgu dizisidir. Başrolünde Dallas’ın Bobby’si olarak tanıdığımız Patrick Duffy oynardı. Mark suyun altında konuşabiliordu. Mesai saatleri dışında laboratuvar ortamında akvaryumda barınırdı. Oldukça güçlüydü demirleri falan çatır çatır kırıyordu. Her bölümde bir macera olur, Atlantis’li adamımız da bu katakulliyi çözer kendini okyanusun serin sularına bırakırdı. Denizdeyken 10 kaplan gücünde olan ve parmak aralarındaki perdeler (ördeklerinki gibi) sayesinde yunus gibi yüzen kahramanımız maceradan maceraya atlardı. Kahramanımız sudayken normal bir insandan çok daha güçlüydü ve uzun süre derin denizlerde gezinebiliyordu. Suyun dışında da yaşıyordu ancak güçleri giderek azalıyordu ve suyun dışında fazla kalırsa morarıyordu.MoonlightingMavi Ay (1985-1989) Komedi, Drama, GizemCybill Shepherd, Bruce Willis, Allyce Beasley Eski model Maddie Hayes ile esprili dedektif David Addison'ın maceralarını anlatan dizi. Mavi Ay Dedektiflik Bürosu diye açılırdı telefonları, Bruce Willis abimizin saçları vardı ve henüz kendisini bugünkü kadar iyi tanımıyorduk. Maddie Hayes iyi bir hayat süren zengin ve eski bir foto modeldir. Kendisi hakkında hatırlanan tek şey mavi ay adında bir şampuan reklamında oynamış olduğudur. Bir sabah telefonun çalmasıyla uyanır. Çocukluğundan beri biriktirmiş olduğu parayı muhasebecisi zimmetine geçirerek güney Amerika’ya kaçmıştır. Kendisine kalan ise Melekler Şehri Dedektiflik Bürosunun hissesidir. Ofistekilerle tanışmaya geldiğinde gıcık ortağı David Addison vardır. Bu ikili ne kadar iyi anlaşamasalar da her zorluğun üstesinden gelir ve çatışmaya, kavga etmeye devam ederler. Bu ikilinin bir de efsane sekreteri, saf görünüşlü Bayan DiPesto vardır. Her zaman telefonu açarak kafiyeli bir tanıtım konuşması yapar şöyle ki:“Mavi Ay Dedektiflik BürosuNe yapar eder çözeriz sorunuSizi aldatıyorsa buluruzNerede olsa sevgilisiyle basarızÜzerine tarih atarızKayıplarınız bizim uzmanlık alanımız“RootsKökler (1977 Mini Dizi) Drama, Biyografi, TarihLeVar Burton, Robert Reed, John Amos Kökler, Afrikalı bir bebeğin doğumuyla başlar. 1750 yılı... Kunta Kinte olarak adlandırılan bu bebek yanlış bir zamanda yanlış bir yerde dünyaya gelir ve hayatına burada devam etmek zorunda kalır. 15 yaşını geçtikten sonra Afrika Gambiya’daki ailesinden kaçırılarak Amerika‘da köle olarak satılan Kunta Kinte kendisine verilen Toby ismini kullanmayı reddeder. Defalarca kaçmasına rağmen yakalanır, işkence edilir. Ancak kökleri onu yaşama bağlamıştı ve kahramanlıklarının kuşaktan kuşağa anlatıldığı hikayesinin Alex Haley isimli beşinci kuşak torunu olan yazar tarafından kaleme alınmasıyla tüm dünyada ilgi ile okundu ve tabi ki ABC televizyonu için dizi olarak çekildi. Kökler'de, 200 yıllık bir ailenin nesiller boyu yaşadığı esareti ve Kunta Kinte'nin özgür bir hayata doğru adım adım ilerlemesini merakla izledik. Dizi ayrıca, 1978′de 35. Altın Küre Ödülleri’nde En İyi Tv Dizisi ödülü de almıştır. Bu zamana kadar Kökler kadar benzersiz, gerçekçi ve tarih kokan bir dizi daha gelmemiştir. Bu epik hikaye hakkında akılda kalacak tek şey, 'beyaz insanların neler yapabileceğine' odaklanmasıdır. Irkçı nefret ve vahşet 20. yüzyıla kadar devam etmiş, tarihi gerçeğin yanlış beyanlarını genç kuşaklara uyarlayan beyaz geleneklerinden büyük ölçüde beslenmiştir. 20. yüzyılın ortalarında, İç Savaş'ın bitiminden yaklaşık 100 yıl sonra Amerika Başkanı Johnson, beyaz Güney toplumunun tekmeleyerek ve çığlıklar atarak karşı çıktığı Sivil Anayasa'yı imzalamak zorunda kalmıştır.Star TrekUzay Yolu (1966-1969) Bilimkurgu, Aksiyon, MaceraWilliam Shatner, Leonard Nimoy, DeForest Kelley 23.yüzyılda geçen dizi insanların galakside diğer bilinçli canlılarla birleşerek Birleşik Gezegenler Federasyonu'nu kurdukları, hayali bir 3. Dünya Savaşı sonrası bir geleceği tasvir ediyordu. Dizide Kaptan Kirk ve Mr Spock kumandasındaki Atılgan Yıldız Gemisi'nin mürettebatı ve onların "daha önce hiç kimsenin gitmediği yerlere cesurca gitmek" olan 5 yıllık görevinin hikâyeleri anlatılıyordu. Uzay Yolu, Gene Roddenberry tarafından yapılmış, 1966'dan 1969'a kadar yayınlanmıştır. 80 bölüm hazırlanmış fakat bunlardan 79'u gösterilmiştir. Üç sezon kadar kısa süren bir yayın hayatından sonra sendikasyona geçmiş ve orada kendine geniş bir hayran kitlesi edinmiştir. Programın başarısı kendisinden sonra birçok seriye ve televizyon filmine de olanak vermiştir. Guinness Rekorlar Kitabıtarafından en çok yan ürünü olan program olarak listelenmektedir. Program resmi olarak sadece Uzay Yolu olarak isimlendirilmiş olsa da kendisinden sonra gelen diğer ürünlerle karıştırılmaması için Uzay Yolu: Orijinal Seri olarak adlandırılmıştır.The Twilight ZoneAlacakaranlık Kuşağı (1959-1964) Drama, Fantezi, KorkuRod Serling, Robert McCord, Jay Overholts,1959-64 yılları arasında 5 sezon boyunca gösterilen, ülkemizde de bir dönem yayınlanmış ve ’80 kuşağı çocuklarını derinden etkilemiş efsanevi dizi. Anlatıcı Rod Serling her bölümde izleyeni ayrı bir hikayeyle korkutuyor, şaşırtıyor ve parmak uçlarına kadar titretiyor. Günümüzdeki sözde televizyon dizilerine inat, sonradan çevrilen filmleri ve yeniden yapımlarının hiç birinin orijinaline yaklaşamadığı bir televizyon efsanesidir Alacakaranlık Kuşağı. Her bölümde farklı oyuncularla, farklı konuların işlendiği, bilim kurgu, korku ve gerilim öğelerini barındıran beş sezonluk seri, bu türdeki dizilerin öncülüğünü yapmaktadır. Her bir bölümü büyük bir dahilikle yazılmış, bir süre de büyük usta Alfred Hitchcock tarafından sunulmuş müthiş bir eserdir. Korku/gerilim/bilimkurgu türünde yapılacak birçok şeyi yıllar öncesinden yapmıştır bu seri. Bu yüzden birçok filmin ve dizinin bu diziden ilham alması çok doğaldır. Hala feci şekilde korkutmayı başaran son derece güzel bir yapım, izlemeyenlere şiddetle tavsiye ederim, siyah beyaz olmasına, yarım asırlık olmasına vs. takılmadan izlendiğinde kalitesi ve konularıyla tiryakisi olmamanız elde değil.The WaltonsWalton Ailesi (1972-1981) Drama, Aile, RomantizmJon Walmsley, Mary Beth McDonough, Eric Scott, Richard Thomas, Kami Cotler, Judy Norton, David W. Harper, Ellen Corby, Michael Learned, Ralph Waite Dizi, 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı ile II. Dünya Savaşı sürecinde kırsal Virginia’nın dağlık bölgelerinde yaşayan Walton ailesini konu edinmektedir. Dizideki yoksulluk öğesi Küçük Ev dizisindekiyle yarışır nitelikteydi. Bu dizide aklımda kalan başlıca şeyler; yanağında belirgin bir ben olan evin delikanlısı "Küçük John''un sürekli günlük tutması, aile bireylerinin yatarken birbirlerine adlarıyla teker teker 'iyi geceler' dilemesi, sabah ya da akşamları banyonun önünde yaşadıkları tatlı kuyruk rekabetleri, kot pantolonun iş yapmaya da şiir yazmaya da uygun bir kıyafet olduğu, yoksulluk, yoksulluk ve yoksulluk…..V (Visitors)Ziyaretçiler (1984-1985) Bilimkurgu, Aksiyon, MaceraJane Badler, June Chadwick, Jennifer Cooke, Robert Englund, Marc Singer, Faye GrantVisitors olarak bilinen "V", Türkçe adıyla Ziyaretçiler. Dünya'ya dost olarak geldiklerini söyleyen bir grup uzaylı, kanserin tedavisini vereceklerini söylerler. Onlar da karşılığında su istemektedirler. Ancak bir grup insan bu uzaylıların gerçek yüzlerini görürler ve onlara karşı savaşmaya başlarlar. Onlar aslında birer gelişmiş kertenkele türüdür ve insanları yemek olarak görmektelerdi. Maskelerini çıkardılar mı kertenkeleden bozma yüzleri ortaya çıkardı. En sevdikleri dayanamadıkları yegane şey fareydi, fareleri çıtır çıtır yerlerdi. Sadece 19 bölüm çekilmesine ve bir sezon oynamasına rağmen kült olan bir dizidir.Derleyen: Nilay Gündüz
İngiliz Faşistler Birliği başkanı Sir Oswald Mosley 1962 yılında faşizm hakkındaki fikrini değiştirmeyi umarak o tarihte 89 yaşında olan büyük usta Bertrand Russel’ı tartışmaya çağıran bir mektup yazmış. Russel ise bu mektuba şöyle bir cevap yollamış;Sevgili Sir Oswald,Bana gönderdiğiniz mektuplar ve ekindeki evraklar için teşekkür ederim. Son yazışmamız hakkında epey düşündüm. İnsanın, kendi değer yargılarına son derece yabancı, hatta tiksindirici değer yargılarına sahip birine nasıl cevap vereceğine karar vermesi her zaman zor oluyor. Konu sadece sizin öne sürdüğünüz fikirlere karşı olmamdan ibaret değil, ben tüm yaşam enerjimi faşizmin felsefe ve pratiğinde kendini gösteren zalim ayrımcılık, takıntılı şiddet ve sadistik kötücüllük ile mücadele etmek için adamış bir insanım.Şunu belirtmeliyim, benim ve sizin kendimize yer bulduğumuz duygusal evrenler birbirinden o kadar ayrı ve birbirine o denli zıt ki, aramızdaki olası bir iletişimden herhangi bir samimi ya da verimli sonuç ortaya çıkmasına imkan yok.Sizden, bu konudaki fikrimin kesinliğini anlamanızı rica ediyorum. Bunu bu şekilde ifade etmemin nedeni size kabalık etmek amacını taşımaktan ziyade insanlık deneyimine ve insanlığın başarılarına verdiğim değerden kaynaklanıyor.Saygılarımla,Bertrand RussellKimi zaman fikir ayrılığı yaşadığınız kişilerle dozunda tartışmak ve fikir cimnastiği yapmak, kendi bakış açını daha derinden irdelerken farklı bakış açılarını da görmek konusunda faydalı olabilir. Fakat karşımızdaki kişinin bu tür bir tartışmaya girilmeyecek seviyede olması böyle bir tartışmayı anlamsız da kılabilir. Böyle durumlarda verilebilecek en net ve aynı zamanda da en nezaketli yanıtı Bertrand Russel’ın kaleminden okumuş olmak benim için çok aydınlatıcı oldu. Bunu sizlerle de paylaşmak istedim.Nilay Gündüz
Kahve severler için kahve kültürünün en keyifli yanlarından biri o kahveyi evde hazırlama kısmıdır. Sabah herhangi bir çeşit kahve içmeden güne başlayamayanlar için biraz kahve demleme yöntemlerinden bahsedelim.Kahve deyince tabi ki gerçek kahve severler kaynar suya atılıp eriyen granül kahvemsilerden bahsetmediğimi anlamıştır. Bu yüzden bu yazımda gerçek kahve demleme yöntemlerinden bahsedeceğimi özellikle belirtmek istiyorum.Dünya kahvelerine sizlere şu yazımda değinmeye çalışmıştım. Damak zevkinize göre bir kahve çekirdeği çeşidini seçmekle işe başlayabilirsiniz. Sonraki aşamada demleme yönteminize uygun olarak iri, orta veya ince taneli öğütme kararınız önemli. Çünkü örneğin ince öğütülmüş bir kahveyi French Press'te demlemeniz o kahveden yeterli verimi almanızı engeller. Suyun sıcaklığı, eklenme şekli ve demleme süresi de kahvenin tüm lezzetini etkileyen etmenler. Ayrıca kahvenizi ya evde kendiniz öğütün ya da dışarıdan öğütülmüş olarak alın ama evinizde öğütecekseniz kullanacağınız kadarını öğütün, dışarıdan öğütülmüş alacaksanız da az miktarda alın çünkü kahve taze öğütülmüş içilirse lezzetine varılır, bayatladıktan sonra lezzet kaybına uğrar.Şimdi gelelim kahveyi demleme yöntemlerine.French PressBu yöntemle kahve demlerken ihtiyacınız olan kahve iri öğütülmüş olmalı. Daha önce şuradaki yazımda French Press ile nasıl doğru kahve demleyebileceğinizi anlatmıştım. Fakat yeniden bahsedecek olursam şöyle özet geçeyim;Öğütülmüş kahvenizden damak zevkinize göre miktarda french press’inize koyun ve kalan kahvenizi ağzı hava geçirmeyecek şekilde kapanabilen bir kapta saklayın. French press’e suyu eklemeden önce kahvenize bir tutam tuz atın. Peki neden tuz? Çünkü kahvenin acılığını dengeler ve lezzet artırıcı etkisi vardır. Şimdi gelelim suyu kaynatmaya. Suyun sıcaklığı mükemmel bir kahve için çok önemli. Eğer olması gerekenden çok kaynar hale getirirseniz kahve çekirdeklerinizi bozar. Çok soğuk kalırsa kahveniz zaten bir şeye benzemez. Kahve yapmadaki amaç bazı uçucu yağları ortaya çıkarmak ve kahveden bu yolla keyif ve tat alabilmek. Bunun için de en uygun su sıcaklığı 80-90 derece arası. Çekirdeklerin kavrulmasını önlemek için suyun kaynamasını bekleyin ve kaynamaya başlama anında ocaktan alın, 15 saniye kadar bekletin, bu sürede dinlenmiş suyu yavaş yavaş french press’inizde bekleyen kahvenizin üzerine dökün. Karıştırma için kesinlikle metal kaşık ya da karıştırıcı kullanmıyorsunuz, çünkü kahvenizin tadını gerçekten de metalik hale getiriyor. Tahta kaşık ya da karıştırıcı kullanın mutlaka. Kahvenizin demlenmesi için 3-4 dakika bekletin ki ne kadar bekletirseniz o kadar uçucu yağ ortaya çıkacaktır. Fakat 4 dakikadan fazlası da bu işlem için gereksiz oluyor. Zira çıkması gereken tüm yağlar zaten 4 dakikada çıkmıştır. Demleme süresinin bitiminde french press’inizin pistonunu yavaş yavaş aşağı indirin. Hızlı yaparsanız yağ üste çıkar ve lezzet bozulur.Moka PotKullanmanız gereken kahve ince çekilmiş olmalı. Çevirerek ikiye ayrılan Moka Pot'un içinde bir de kahve filtresi bulunuyor. Alt hazneye soğuk suyunuzu koyuyor, filtreye ihtiyaç kadar kahveyi ekliyor ve alt haznenin üstündeki yerine yerleştiriyor, üst hazneyi de çevirerek üzerine kapatıyorsunuz. Ocağın en küçük olan kısmında en kısık ateşte suyun yavaş yavaş demlenip üstteki hazneye geçmesi bitene kadar bekleyin ve alt kısım susuz kalıp yanmadan Moka Pot'u ocaktan alın.ChemexBu yöntemde iri öğütülmüş kahveye ihtiyacınız var. Chemex için 30 gram kadar kahve ve 510 gram kadar su gerekiyor. Suyu yine 80-90 derece arasında kaynatın, filtre kağıdını Chemex'in ağzına yerleştirin, kağıt tadını biraz olsun yok edebilmek için filtreyi ıslatarak kullanmanızı öneririm. Kahveyi filtreye koyun ve kaynamış suyu sakın bir anda boca etmeyin, 30 saniye kadar dinlendirip yavaşça ekleyip önce kahveyi ıslatıp dinlendirin, sonra 30 saniye kadar daha bekleyin ve kahveyi karıştırıp biraz daha su ekleyin. Bu şekilde dinlendire dinlendire kalan suyu ekleyerek kahvenizi hazırlayın.AeropressBu yöntemle kahve demlemek için iri öğütülmüş kahve gerekiyor. 1 kişilik için 15 gram kahve ve 225 gram kadar suya ihtiyacınız var. Filtre kağıdını filtre başlığına yerleştirin ve sıkıca kapayın. Aeropress'in altında bir kupa koyup filtre kağıdını sıcak suyla ıslatın ve bu suyu dökün ki kağıt tadı azalsın bir yandan da kupa ısınsın. Kahveyi filtreye koyup hafifçe sallayarak kahveyi düzleyin. Üzerine 80-90 derece kadar kaynamış suyun yaklaşık 5'te 1'i kadarını dairesel hareketlerle yavaşça döküp 30 saniye kadar bekleyin. Göz göz balonlar oluşmaya başlayacaktır. Kalan suyu Aeropress'teki 3 seviyesini geçmeyecek şekilde üzerine ekleyin. Karıştırma çubuğu yardımıyla sağa sola ve yukarı aşağı hareket ettirerek 10 saniye kadar karıştırın. İtici pistonu üzerine yerleştirip iki elinizle dengeli şekilde aşağı bastırın. Demleme işleminiz 2 dakikayı pek geçmesin. Önceden ısıttığınız kupada kahvenizi içebilirsiniz. 1'den çok kişi için Aeropress'in altına kupa yerine cezve koyarak ve kahve ile suyun miktarını kişi sayısına göre artırarak kahvenizi demleyebilirsiniz.Hario V60İnce veya orta öğütülmüş kahve kullanılan bir yöntem Hario V60. Yine 80-90 derece arasındaki suyla kağıt filtrenizi ıslatıp kağıt tadından kurtulun ve kupanızı da yine bu suyla ısıtıp suyu dökün. 1 kişi için 15 gram kahve ve 250 ml su yeterli. Kağıt filtreyi V60'a yerleştirin ve V60'ı da bir kupanın üzerine sabitleyin. Kahveyi kağıt filtreye koyun ve hafif sallayarak üzerini düzleyin. Yine suyun 5'te 1'i kadarını kahveye yavaşça dökün ve 30 saniye kadar bekletin. Baloncuklar oluşmaya başlayacak ve kalan suyu dairesel hareketlerle üzerine yavaş yavaş dökmeye devam edeceksiniz. Bu şekilde 30 saniye dinlendire dinlendire kahvenizi 3 dakika içinde demlemeyi bitirin. 1'den çok kişi için V60'ın altına kupa yerine cezve koyarak ve kahve ile suyun miktarını kişi sayısına göre artırarak kahvenizi demleyebilirsiniz.CezveTürk kahvesi olmadan olur mu? 1 kişilik için 1 tatlı kaşığı kahveyi ve 1 fincan soğuk suyu cezveye koyuyoruz. Sade içmek ayrı zevk fakat şekerli sevenler orta kahve için 1 küp ya da 1 tepeleme çay kaşığı şeker ekleyebilir. Kahveyi karıştırın ve en küçük ocakta en kısık ateşe koyun. Kaynayıp taşmadan altını kapatıp fincana koyarak içebilirsiniz.Evde kahve demleme yöntemlerinden benim değineceklerim bu kadar. Farklı yöntemlerden bahsetmek isteyenler yoruma fikirlerini bırakabilirler. =)Nilay Gündüz
Uzay boşluğu ve Evren çoğu insan için merak uyandırıcı bir konudur. Belgesel izlemeyi sıkıcı bulanlar bile uzay belgesellerini ilgi çekici ve etkileyici bulurlar. Çünkü insan olarak bilmediğimiz şeylere karşı daha meraklı ve ilgiliyizdir. Uzay filmlerinin bu kadar çok dikkat çekmesi de bu nedendendir belki de… Şimdi gelelim astronotlardan ve bilimsel araştırmalardan doğan, uzay ve evren hakkında daha önce hiç …
Müzeler bilimin ve anlayışın kaleleridir fakat tüm bilim müzeleri doğal olarak bir değildir. Bazı müzeler büyüklükleri ile bazıları ise sergilerinin kalitesi ile diğerlerinden ayrılırlar.Aşağıda en iyi örneklerden 15 tanesi fırsatını elde ettiğiniz anda ziyaret edebilmeniz için sıralanmıştır. Fakat belirtmek isteriz ki söz konusu liste genişletilebilir ve müzeler belli bir kritere göre sıralanmamıştır.Bilim Müzeleri1. Doğa Tarihi Müzesi – Londra, İngiltereLondra´da bulunmakta olan Doğa Tarihi Müzesi dünyadaki en iyi bilim müzelerinden biri. Aynı zamanda müze, en eski ve en ünlülerden. Nefes kesici sergilerle muazzam bir mimariyi birleştiren bina Londra´yı gezmekte olan her turistin görmesi gereken yerlerden biri. İsminden de anlaşılacağı üzere müzedeki sergiler doğa tarihi üzerine yoğunlaşmış olup çeşitli hayvanlar, bitkiler, insan biyolojisi, mineraller ve doğal kaynaklar üzerine doyurucu bilgiler sunuyor. İlk kez 1881´de hizmet vermeye başlayan müze yılda 5 milyon ziyaretçi ağırlıyor.2. The Exploratorium – San Francisco, AmerikaSan Francisco´da bulunan Exploratorium birçok ilginç ve eğlenceli sergi barındırıyor. Gerçekten de “Bilimsel Eğlence Evi” şeklindeki lakabının hakkını veren müze ziyaretçilerine alışılmadık bir deneyim sunuyor. Müzenin tasarımcıları bilimin en garip, büyüleyici ve heyecanlandırıcı yönlerini yansıtıp genç beyinleri etkileyebilecek bir alan yaratma görevinin altından başarı ile kalkmış gözüküyorlar. Hedef, gençlere bilimin heyecanlı yönlerini gösterip genç bilim adamlarının yetiştirilmesine önayak olmak. Kendi sözleri ile: ”Vizyonumuz insanların kendileri için düşünebildiği, sorular sorduğu, bu soruların cevaplarını aradığı ve etraflarını anladıkları bir dünya yaratmak”3. İsviçre Ulaşım Müzesi – Lucerne, İsviçreİsviçre Ulaşım Müzesi Lucerne´de bulunmakta olup çeşitli ulaşım araçlarına dair ilginç bilgiler sunuyor. Sergilerin çoğu 1900’lerden itibaren geliştirilen ait İsviçre araba modellerine dair olup uçaklar, trenler, galeriler ve bazı iletişim teknolojileri de konu ediliyor. Müze 1959’da açıldı ve kısa süre içinde İsviçre’nin en popüler müzesi haline geldi. Müze yalnızca bilim ve teknolojiyi konu edinmiyor – yerel sanatçı Hans Erni’nin çalışmalarının bir koleksiyonu da ziyaretçilerin beğenisine sunuluyor. Koleksiyon dışında da; bir planetaryum, bir sinema ve 1/20000 ölçeğinde bir İsviçre haritası sergileniyor.4. Ulusal Hava ve Uzay Müzesi – Washington DC, AmerikaWashington’daki Ulusal Hava ve Uzay Müzesi, Smitsonian Enstitüsü’nün bir parçası olarak dünya üzerindeki en iyi bilim müzelerinden biri olarak öne çıkıyor. Aynı zamanda müze, uçak ve uçuş tarihi anlamında belki de en iyisi. İnsanlığın ilk uçuş denemesinden uzayda gösterilen başarılara kadar her türlü gelişmeyi konu eden sergiler adeta bir görsel şölen sunuyor. Bilim ve teknoloji ilginizi çekiyorsa (ve tabi özellikle uçuş) bu müze size çok güzel anlar sunacaktır.5. Te Papa Müzesi – Wellington, Yeni ZelandaTe Papa Müzesi Yeni Zelanda’nın ulusal müzesi. Te Papa ismi Maori dilinde “Bizim Yerimiz” anlamına gelip müze, Ulusal Müze ve Ulusal Sanat Galerisi ile birleşmesi sonrası 1998 yılında hizmet vermeye başlamıştır. Müze temel olarak bilimi konu etmemesine rağmen; fosil, arkeoloji ve kuş, sürüngen ve memeli koleksiyonlarını bünyesinde barındırıyor. Bunun yanında sanat, tarih ve pasifik kültürüne dair sergiler de var. Müzenin en bilinen sergisi toplam 495 kiloluk, kalamar türlerine ait olan bölüm.6. Universeum – Göteborg, İsveçDCF 1.0Göteborg’daki Universeum bir aile için eğlenceli bir gün vaat ediyor. Çocuklar için uygunluğu, interaktif gösteriler sunması ve akvaryumu olması bu seçeneği öne çıkarıyor. Çocuklara yönelik eğlenceli sergilerin yanında yetişkinlerin de ilgi göstereceği sunumlar söz konusu. Müzenin en güzel tanıtımını kendi internet sitesi yapıyor: “Universeum oyunun bilgiye dönüştüğü bir yer. Burada hayvanlar ve doğa yeni teknolojiler ve heyecan verici deneylerle birleşiyor. Yağmur ormanlarında bir safariye çıkın, Okyanus Alanının derinliklerine dalın veya Sağlık bölümünde vücudunuz ve aklınızın sınırlarını zorlayın. Universeum’a yapacağınız ziyaret unutamayacağınız bir macera olacak.”7. Bilim ve Endüstri Şehri – Paris, FransaFransa, Paris’teki “Bilim ve Endüstri Şehri” isimli müze Avrupa’daki en büyük bilim müzesi olarak anılıyor. 2016’da 30. yılını kutlayan müze, Napoleon’un katliamlarını gerçekleştirdiği alana kurulmuş. Birçok bilim dalından sergiler keşif, tıp, uzay, botanik ve sanayi ziyaretçiler ile burada buluşuyor. Ayrıca etkileyici bir planetaryum, bir denizaltı, bir IMAX tiyatrosu ve bir çocuk alanı da bulunmakta. Müze yaklaşık olarak yıllık 5 milyon kişi çekiyor ve Paris’in en popüler turistik yerlerinden biri. Müze, bilimsel ve teknik bilgiyi halka ve özellikle gençlere yaymayı misyon edinmiş olup bilim, araştırma ve sanayii kamuoyunun faydasına olacak şekilde desteklemektedir.8. Deutches Museum – Münih, AlmanyaAlmanya’daki Deutches Museum dünyanın en büyük bilim ve teknoloji müzesi. Esasen müze Isar nehrinde kendine ait olan bir ada üzerinde bulunuyor ve görülmesi gereken yerlerden biri olarak öne çıkıyor. 50’den fazla bilim dalından 28000’in üzerinde obje müzede sergileniyor. Tüm sergiler görülmeye değer olmakla birlikte öne çıkan sergilerden biri İspanya’daki Altamira Mağarası’nın yeniden yapımına dair olan. Görsel olarak çok özel ve büyüleyici bir tecrübe ziyaretçileri bekliyor.9. Bilim Müzesi – Londra, İngiltere2017 yılında 160. yıldönümünü kutlayan Londra’daki Bilim Müzesi; George Stephenson’un Rocket isimli lokomotifi de dahil olmak üzere sanayi devrimine ilişkin bir koleksiyonu ziyaretçileri ile buluşturuyor. Son dönemde popüler hale gelen bir başka sergi ise robotların son 500 yıldaki gelişimini konu alıyor. Bunun yanında matematik tarihine ve Florence Nightingale’in istatistik çalışmalarına dair sergiler de söz konusu. Müze yılda 3,3 milyon kişiyi çekmesine rağmen ücretsiz. Yalnızca bazı geçici sergiler için para talep ediliyor.10. Şangay Bilim ve Teknoloji Müzesi – Şangay, Çin13 kalıcı sergisi ile Şangay Bilim ve Teknoloji Müzesi Robotların Dünyası”ndan “Çocukların Gökkuşağı Ülkesi”ne kadar birçok konuyu ele alıyor. Bilimin popülerleşmesine “Doğa, insanlık ve teknoloji” teması ile katkı sağlamakta olan müze 2001’de açılıp en son haline 2010’da geldi.11. Doğal Bilimler Akademisi – Philadelphia, Amerika1812 yılında kurulan müze esasen Drexel Üniversitesi’nin bir parçası olarak Amerika’daki en eski doğal bilim müzeleri arasında yerini alıyor. 13 metre uzunluğunda bir T-Rex iskeleti dahil 17 milyon canlıyı kapsayan koleksiyon, burayı görülmesi gereken yerler arasına sokuyor.12. Ontario Bilim Merkezi – Toronto, Kanadaİnteraktif sergileri ile ön plana çıkan Ontario Bilim Merkezi 1969 yılında açılmış olup jeolojiden insan anatomisine, astronomiden iletişim teknolojilerine birçok konuyu ele alıyor. Kendi internet sitesine göre “Ontario Bilim Merkezi, ziyaretçilerine pratik deneyimler ve bilimle yerel, ulusal ve küresel anlamda etkileşim sunarak toplumu bilgilendiriyor.” Toronto’da turizmin ön plana çıkan unsurlarından olan müze kuruluşundan itibaren 52 milyondan fazla kişiyi ağırladı.13. Hong Kong Uzay Müzesi, Hong KongŞehrin simgelerinden biri olan müzenin alameti farikası devasa boyuttaki planetaryumu. Bunun dışında kozmos salonu ve uzay keşfi salonu da ziyaretçilerin beğenisine sunuluyor. Bu sergilerin ikisi de interaktif nitelikte olup ziyaretçilere eğlenceli ve öğretici deneyimler yoluyla uzay ve uzay keşfini anlatmayı hedefliyor.14. Ulusal Yükselen Bilimler ve İnovasyon Müzesi – Tokyo, JaponyaUlusal Yükselen Bilimler ve İnovasyon Müzesi, ziyaretçileri modern bilimin sınırlarında bit geziye çıkarıyor. Bu anlamda birçok ünlü robot da sergileniyor. Adından da anlaşılacağı üzere müze, Japon inovasyonu Japon bilimsel tarihine yoğunlaşıyor. Örneğin, anlık sismik aktivite ve hava durumu ölçümleri ziyaretçiler tarafından ilgi ile takip ediliyor.15. NEMO Bilim Merkezi – Amsterdam, Hollanda1923 yılında başlayan yapımı sonrasında müze 1997 yılında son haline kavuştu. Merkez, pratik deneyimler sunan sergilerle dolu 5 kattan oluşmakta olup Hollanda’daki en büyük bilim merkezi. Bu özellikleri sayesinde de yıllık 700000 ziyaretçiyi ağırlıyor. Müze, rüzgar, su ve güneş enerjisinden ünlü “Şekiller Dünyası” isimli matematik konulu sergisine kadar birçok bilim dalını konu ediniyor.Kaynak: https://interestingengineering.com/15-of-the-best-science-museums-in-the-worldMatematiksel / Deniz Karagöz