Bazen küçük bir ayrıntı bile tarihe bakış açımızı tamamen değiştirebilir. BrihgtSide tarafından derlenen, tarihin keşfedilmemiş bölümlerine dalmamızı ve tari...
Bazen küçük bir ayrıntı bile tarihe bakış açımızı tamamen değiştirebilir. BrihgtSide tarafından derlenen, tarihin keşfedilmemiş bölümlerine dalmamızı ve tari...
Bazen küçük bir ayrıntı bile tarihe bakış açımızı tamamen değiştirebilir. BrihgtSide tarafından derlenen, tarihin keşfedilmemiş bölümlerine dalmamızı ve tari...
Bazen küçük bir ayrıntı bile tarihe bakış açımızı tamamen değiştirebilir. BrihgtSide tarafından derlenen, tarihin keşfedilmemiş bölümlerine dalmamızı ve tari...
Bazen küçük bir ayrıntı bile tarihe bakış açımızı tamamen değiştirebilir. BrihgtSide tarafından derlenen, tarihin keşfedilmemiş bölümlerine dalmamızı ve tari...
Bazen küçük bir ayrıntı bile tarihe bakış açımızı tamamen değiştirebilir. BrihgtSide tarafından derlenen, tarihin keşfedilmemiş bölümlerine dalmamızı ve tari...
Bazen küçük bir ayrıntı bile tarihe bakış açımızı tamamen değiştirebilir. BrihgtSide tarafından derlenen, tarihin keşfedilmemiş bölümlerine dalmamızı ve tari...
Bazen küçük bir ayrıntı bile tarihe bakış açımızı tamamen değiştirebilir. BrihgtSide tarafından derlenen, tarihin keşfedilmemiş bölümlerine dalmamızı ve tari...
Bazen küçük bir ayrıntı bile tarihe bakış açımızı tamamen değiştirebilir. BrihgtSide tarafından derlenen, tarihin keşfedilmemiş bölümlerine dalmamızı ve tari...
III. Selim, I. Abdülhamit’in ölümü üzerine tahta çıktı (1789). Daha önce imparatorluğu yöneten dört yaşlı padişahtan sonra genç bir padişahın tahta çıkması halkta memnunluk yaratmıştı. Tahta çıktığında Avusturya ve Rusya ile yapılan savaş (1787-1792) devam ediyordu. Bu nedenle III. Selim daha şehzadeliğinden beri düşündüğü köklü yenileşme hareketlerini, bu savaşın bitimine kadar ertelemek zorunda kaldı. lll. Selim mevcut şartlarda savaşın devam etmesinin kârdan çok zarara neden olduğu kanaatindeydi. Bunun üzerine İstanbul’da toplanan meşveret meclislerinde barış antlaşması müzakere edilmeye başlandı. III. Selim’in tahta çıkmasından sonra bir ara yeni padişahın durumu düzeltebileceği sanılmıştı. Ancak Kili, İsmail, Akkirman, Bender ve Anapa gibi kalelerin Ruslar tarafından işgali ve bozgunun bir felakete dönüşmesi Osmanlı devlet adamlarının biran önce barışı sağlama hususunda acele etmelerine neden oldu. Fransız ihtilalinden dolayı yaşanan karışıklık da Osmanlı yönetimine yardımcı oldu. İlk olarak Avusturya ile barış görüşmelerine başlanıldı ve 3 Ağustos 1791’de 14 maddelik Ziştovi Antlaşması imzalandı. 14 Nisan 1792’de ise Rusya ile 13 maddeden oluşan Yaş Antlaşması imzalandı. 1787-1792 Savaşı, maddî kayıplar yanında stratejik öneme haiz birçok kale ve bölgenin Osmanlı hakimiyetinden çıkmasına neden oldu. Buna mukabil Osmanlı askerî düzenindeki bozukluklar düzeltilmeden herhangi bir şey yapılamayacağı fark edildiğinden Nizâm-ı Cedid dönemi başladı. A.Ü.A.Ö.F. III. Selim, uygulamayı düşündüğü yenilikler konusunda fikirlerini kişisellikten çıkarmak amacıyla, bu konuda devlet adamlarının da düşüncelerini almak istedi. 20 Müslüman ve 2 Hristiyandan oluşan devlet adamı ve yabancı danışman, yapılacak yeniliklerle ilgili düşüncelerini birer rapor hâlinde padişaha sundular. III. Selim bu raporlan bizzat inceledi. Raporlan hazırlayanların hepsi de, çeşitli alanlarda yeniliklerin gerekli ve yararlı olacağını belirtiyorlarsa da ayrıldıkları bazı noktalar vardı. Bu raporları hazırlayıp sunanların birleştikleri ortak nokta, öncelikle askerî alanda yeniliklerin yapılmasıydı. Ancak, bu yeniliklerin yapılması için izlenmesi gerekli yolda birbirlerinden ayrılıyorlardı. Bu konuda üç ayrı görüş ileri sürüldü: 1) Kanunî dönemindeki askerî yöntemleri ve kanunları geliştirmek, askerleri ona göre yetiştirmek yeterlidir. 2) Ocaklar, eski hâliyle bırakılmalı, fakat halkı kuşkulandırmamak ve taassubu tahrik etmemek için, Kanunî dönemi uygulamalarından olduğu söylenerek, Avrupa yöntemleri alınmalı. 3) Yeniçeri Ocağı kaldırılmalı veya bir kenarda bırakılarak, tamamen zamanın ihtiyaçlarına göre ve batı usulünde yeni bir ordu kurulmalı. Bu üç ayrı düşünceden üçüncüsünün uygulanmasına karar verildi. Yeniçeri Ocağı'nın dışında bağımsız bir asker ocağının kurulması tehlikeli görüldüğünden ilk Nizam-ı Cedit birliği, Bostancı Ocağı’na bağlı “Bostancı Tüfekçisi Ocağı” adı altında kuruldu. Kelime olarak “Yeni Düzen" anlamına gelen “Nizam-ı Cedit” ile kastedilen, bir “Talimli Asker” örgütüydü. Hazırlanan kanunnameye göre, bu Nizam-ı Cedit ordusu 12 bin kişiden oluşacaktı. Bunun 1600'ü İstanbul'da, geri kalanı Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli yerlerinde yetiştirilecekti. İstanbul'da Levent Çiftliği ile burada inşa edilen kışla, Nizam-ı Cedit'e tahsis edildi. Nizam-ı Cedit ordusunu eğitmek için Fransa, Prusya ve İngiltere’den danışmanlar getirildi. Yeni ordunun giderlerini karşılamak için İrâd-ı Cedit hâzinesi kuruldu (1793). Yapılan yenilikçi uygulamalar Yeniçerilerin hoşuna gitmemişti. Çok geçmeden Yeniçeri Ocağı’nın, Nizam-ı Cedit ordusuna karşı düşmanca bir tutum alması üzerine III. Selim, bazı vezirlerin önerisiyle, yeni ordunun sayısını ve görev alanını sınırlı tutmak suretiyle, yenilikler konusunda ilk geri adımını atarak, ödün vermek zorunda kaldı (1795). Bu arada yine topçu subayı yetiştirmek amacıyla 1795’te İstanbul’da yeni bir okul açıldı. Okulun öğretim süresi dört yıldı. Okulda ders nazırı, baş hoca gibi akademik unvanlara yer verildi. Bu okulun en ünlü baş hocası İshak Efendi’nin döneminde, III. Selim’in de yakından ilgilenmesi sonucu okulda birçok yenilikler yapıldı. Burada Fransız askeri okullarının öğretim programlan uygulanmaya çalışıldı. Üç yıl sonra 1798’de Mısır seferine çıkan Napolyon Bonapart'ın, İskenderiye’yi ele geçirmesi üzerine, III. Selim, İngiltere ve Rusya ile anlaşarak, Fransa'ya savaş ilân etti. Osmanlı Devleti, savaş ilanından sonra çıkarları aynı noktada birleşen İngiltere ve Rusya ile ittifak antlaşması imzalamak üzere harekete geçti. Fransa'yı Mısırdan kendi askeri ve siyasi gücüyle çıkarması imkânsız olduğundan, başka seçeneği de yoktu. Yapılan diplomatik temaslar sonucunda Babıâli önce Rusya (3 Ocak 1799) ve ardından da İngiltere’yle (5 Ocak 1799) ittifak antlaşmaları imzalayarak Fransa’ya karşı ikinci koalisyonu oluşturdular. Bu arada Avusturya’nın tarafsız kalacağını ilan etmesinin ardından, Babıâli Sicilyateyn Krallığı’yla da ittifak antlaşması imzalayarak muhalif cepheyi daha da güçlendirdi (21 Ocak 1799). Osmanlı-Rus savunma antlaşması açık ve gizli olmak üzere iki bölümden oluşuyordu. Antlaşmanın açık hükümlerine göre: •Osmanlı Devleti ve Rusya, birbirlerinin toprak bütünlüğünü karşılıklı olarak garanti ediyorlardı •Rusya, Osmanlı sınırlarını Mısır’ın işgali öncesindeki durumu esas alarak tanımlıyordu. •Müttefik iki devletten birine veya ikisine bir saldırı yapıldığı takdirde, her iki tarafın çıkarları doğrultusunda hareket edilecekti. Bu durumda her iki tarafın kara, deniz kuvvetleri ve mali yardım seferber edilecekti. •İki devlet bu savunma antlaşmasını topraklarını genişletmek amacıyla değil ülkelerinin bütünlüğünü korumak için yaptıklarından, Avusturya, İngiltere ve Prusya’yı da ittifaka davet edecekti. •Bu savunma antlaşmasının yürürlük süresi sekiz yıl olacaktı. Antlaşmanın gizli maddeleri ise özetle şöyle idi: •Rusya Osmanlı Devleti’ne bir savaş filosu göndererek yardımda bulunacaktı. Babıâli bu filonun Boğazlardan Akdeniz’e geçmesine izin verecek ve birlikte Fransa’nın askeri ve ticari gemilerini batırmaya çalışacaklardı. •Savaş bittikten sonra Rus gemileri Karadeniz’e dönecekti. Savaş süresince Rus gemilerinin Boğazlardan geçmesi, savaş bittikten sonra yeni geçişlerin bahanesi ne dönüştürülemeyecekti. •Karadeniz, müttefik iki devlet arasında kapalı bir deniz hükmünde olacaktı. Bunu ihlal edecek olan güçlere karşı birlikte karşı konacaktı. Osmanlı Tarihi, A.Ü.A.Ö.F İngiliz ve Rus donanmaları Akdeniz’e girdiler. Amiral Nelson komutasındaki İngiliz donanması, ani bir baskınla, Ebukır denilen yerde, Fransız donanmasını batırdı. Donanması yok olan Napolyon, Osmanlı İmparatorluğu’nu barışa zorlamak için, Suriye üzerine yürüdü. Burada Akkâ Kalesi’ni kuşatan Napolyon, Cezzar Ahmet Paşa komutasındaki Nizam-ı Cedit askerleri tarafından yenilgiye uğratıldı. Bu yenilgi üzerine Napolyon, yerine General Kleber’i bırakarak gizlice Fransa'ya gitti. Bir süre sonra Osmanlı ordusu Mısır’a girdi. 1801’de yapılan antlaşma sonucu, Mısır yeniden Osmanlı yönetimine girdi. Bu sırada III. Selim tarafından saygı ve destek gören Şeyh Galip’in ölümü (1799), başta padişah olmak üzere saray çevresi ve İstanbul'da üzüntü yarattı. Sırbistan, Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı topraklarına katılmıştı. O dönemde Osmanlı egemenliğindeki bütün Hristiyanlara tanınan dil ve din özgürlüğü, Sırplara da tanınmıştı. Sırpların devlete olan bağlılığı 1699 Karlofça Antlaşması’ndan sonra azalmaya başladı. Fransız İhtilâli’nin getirdiği milliyetçilik düşüncesinin Sırplar arasında yayılması, Avusturya ve Rusya’nın kışkırtıcı faaliyetleri, XVIII. Yüzyılda Osmanlı-Avusturya savaştan nedeniyle Sırbistan topraklarının savaş alanı hâline gelmiş olması, Sırbistan’daki yeniçerilerin baskıları, Sırp isyanının başlıca nedenleri olmuştur. Kara Yorgi’nin çevresinde toplanan Sırplar, 1804'te ayaklandılar. Kara Yorgi, gerçek amacını gizlemek için, asi yeniçerilere karşı ayaklandığını söyleyerek bu konuda padişahtan emir aldığı şeklinde propaganda yaptı. İlk zamanlarda, Osmanlı Hükümeti de bu propagandaya inandı. Bu nedenle Bosna Valisi Bekir Paşa’ya, Kara Yorgi’ye yardımcı olması bildirildi. Osmanlı kuvvetlerinden ve Müslümanlardan da yardım gören Kara Yorgi, Belgrad'a girdi. Yeniçeri zorbaları kaçmak zorunda kaldı. Belgrad’ın zaptı ve yeniçerilerin ezilmesi üzerine, Osmanlı Hükümeti, Sırplara dağılmalarını bildirdi. Bunun üzerine Kara Yorgi, gerçek amacını açığa vurdu. İstekleri kabul edilmedikçe emrindeki güçlerin dağılmayacaklarını bildirdi. Kara Yorgi, Sırbistan’da ıslahat yapılmasını, Belgrad paşasının yanında bir Sırp temsilci bulundurulmasını, eski vergilerin alınmamasını, genel af ilân edilmesini, Sırplara verilecek ayrıcalıkların bir Avrupa devletinin garantisi altında olmasını istedi. Kara Yorgi, istekleri kabul edilmeyince Rusya ve Avusturya’dan yardım istedi. Sırp Meclisi (Skopçine), Kara Yorgi’yi, başknez seçti. Bu sırada Karadağ da isyan hareketine katıldı. 1806’da başlayan Osmanlı-Rus savaşı, Sırpların işini kolaylaştırdı. Nizam-ı Cedit’in iyice güçlenip yerleşmesini, İstanbul ve Anadolu'dan sonra Rumeli'de de kurulmasını isteyen III. Selim, 25 bin Nizam-ı Cedit askerini, Karaman Beylerbeyi Kadı Abdurrahman Paşa komutasında Rumeli’ye gönderdi. Gerçekte Nizam-ı Cedit’e karşı olan Veziriazam Haliz İsmail Paşa, Şehzade Mustafa ile gizlice anlaşıp, Rusçuk âyanı Tirsinikli İsmail Ağa'ya gönderdiği adamlar aracılığıyla onu direnişe çağırdı. Rumeli'deki diğer âyanları da çevresine toplayan Tirsinikli, Edirne üzerine yürüdü. Yeniçeri Ocağı’nın ve ilmiye sınıfının ileri gelenleriyle bazı tutucu devlet adamları da bu gizli girişime katıldılar. Gelişmelerin ciddî bir ayaklanma hareketine dönüştüğünü gören III. Selim, Kadı Abdurrahman Paşa’yı geri çağırdı. Nizam-ı Cedit askerinin geri çekilmesinden sonra, ayaklanmacılar Tekirdağ’a kadar ilerlediler. Bu sırada Tirsinikli’nin öldürülmesi ve yerine Alemdar Mustafa Paşa’nın Rusçuk ayanı olması, Eğribozlu İbrahim Paşa ile Serez ayanı İsmail Bey'in olumlu çabaları ve Hafız İsmail Paşa’nın görevden alınıp Keçiboynuzu İbrahim Hilmi Paşa’nın veziriazamlığa getirilmesi sonucu, ayaklanma İstanbul’a sıçramadan yatıştırıldı. 1806 yılında meydana gelen bu olayda, emrinde 30 bin kişilik bir Nizam-ı Cedit kuvveti bulunan III. Selim’in duygusal davranıp tutuculara ikinci kez ödün vermesi, yenilik taraftarlarını düş kırıklığına uğrattığı gibi isyancıların da güçlenmelerini sağladı. 1806 Osmanlı Rus Savaşı Napolyon’un Mısır seferi ile bozulan Osmanlı-Fransız dostluğu, 1804 yılından sonra yeniden gelişmişti. Osmanlı İmparatorluğu; Balkan milletlerini isyana kışkırtan Rusya’ya ve Mısır’ı ele geçirmek isteyen İngiltere’ye karşı, Fransa'ya yaklaşma ihtiyacını duydu. Napolyon’un 1805’te Rus ve Avusturya ordularını Osterliç’te yenmesi, Osmanlı İmparatorluğu’nu Fransa’ya daha çok yaklaştırdı. Fransa ile gelişen dostluktan cesaret alan III. Selim, Rus yanlısı Eflâk ve Boğdan beylerini görevden aldı. Boğazlar, Rus donanmasına kapatıldı. Rusya, bu durumu protesto ederken, İngiltere de Rusya'nın yanında yer aldı. İstanbul’a gelen İngiliz ve Rus elçileri, Eflâk ve Boğdan beylerinin eski görevlerine iadesini ve Boğazların açılmasını istediler. Bu durum üzerine eski beyler görevlerine dönerken, Boğazlar da Rus gemilerine yeniden açıldı. Rusya, isteklerinin kabul edilmeyeceğini düşünerek, savaş ilân etmeden doğrudan Eflâk ve Boğdan’ı işgale başladı. Hotin, Bender, Kili ve Akkerman kalelerini ele geçiren Rus orduları, İsmail Kalesi önünde durdurulabildi. Rusya’nın müttefiki olan İngiltere, Osmanlı İmparatorluğundan, Fransa ile ilişkisini kesmesini, Eflâk ve Boğdan’ın Rusya’ya bırakılmasını istedi. III. Selim, İngiliz isteklerini kabul etmedi. Bu sırada bir İngiliz donanması İstanbul önlerine geldi. Ancak, karadan destek görmedikçe bir sonuç alınamayacağını anlayan İngiliz donanması geri çekilmek zorunda kaldı. İngilizler, bu başarısızlıklarını gidermek için Mısır’a asker çıkardılar. Ancak, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın karşı koyması sonucu Mısır'dan atıldılar (1807). Osmanlı-Rus savaşında bu olaylar yaşanırken, İstanbul’da yobazlardan ve cahil kesimden bir kısım insanların, din elden gidiyor yönünde kopardıkları yaygara sonrası Kabakçı Mustafa İsyanı patlak verdi. Kabakçı Mustafa İsyanı ve III.Selim'in tahttan indirilmesi. III. Selim’in tahta çıkması ile başlattığı yenilikleri, yeniçeriler, din adamları ve esnaf, çıkarlarına uygun bulmuyorlardı. Bu nedenle yapılan tüm yenilik hareketlerine karşı çıkmaktaydılar. 1806’da Rusya ile başlayan savaş nedeniyle ordunun İstanbul’da bulunmayışı, yenilik hareketlerine karşı olanlara fırsat verdi. Başta, dönemin şeyhülislâmı Abdullah Efendi ve veziriazam kaymakamı Köse Musa Paşa olmak üzere harekete geçtiler Bu sırada III. Selim, Rumelikavağı’ndaki yeniçerilere Nizam-ı Cedit elbisesi giydirilmesine karar verdi. Bunun üzerine Ataullah Efendi ve Köse Musa Paşa’nın kışkırtması üzerine yeniçeriler, Kabakçı Mustafa adında bir yeniçerinin başkanlığında ayaklandılar. Köse Musa Paşa, isyanı, III. Selim’e önemsiz bir olaymış gibi duyurdu. Nizam-ı Cedit askerlerine de kışlalarından çıkmamalarını emretti. Daha sonra topçular ve cebeciler de isyancılara katıldılar. III. Selim isyanı öğrenince bir çatışmaya yol açmamak için, Nizam-ı Cedit askerinin kaldırıldığını ilân etti. Ancak, asiler bununla yetinmediler ve Nizam-ı Ccdit’e taraftar olanların idamını istediler. Kentte günlerce süren terör sonunda kaçamayan Nizam-ı Cedit askerleri yakalanıp öldürüldüler. Sayılan onbinleri bulan ayaklanmacılar karşısında derin üzüntü duyan padişah, kendisine önerilen tüm tedbirleri reddetti. 1807 senesinin 29 Mayısında sekbanbaşına, ayaklanmanın kendisine karşı yapıldığını söyleyip Şehzade Mustafa’ya, gelip kendi yerine tahta çıkmasını söyleyerek, tahttan ayrıldı. Sarayı kuşatan ve III. Selim’in tahttan indirilmesine yol açan asiler, IV. Mustafa tahta çıktıktan sonra yenilik hareketlerinden yana olanların çoğunu öldürdüler. Kaçabilenler, Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa’ya sığındılar. Padişahlar Albümü, Boyut Yayıncılık ------------------------------------------------------------------------------------------ Selim'in Nizam-ı Cedid'i ilkin askeri reformu hedefliyordu. Diğer devletlerde olduğu gibi, askeri reform için daha çok gelir, daha çok gelir için ise topyekûn olarak daha etkin idare gerekiyordu. Osmanlı devlet adamları, eskinin adete dayanan idari sisteminin akılcı bir planlama ve sistemleştirmeye konu edilerek yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini kavramaya başladılar. Ardına düşecekleri emsalleri olmayan bu yeni programların, kendilerine yol gösterecek plan, yönetmelik ve yasalara ihtiyacı vardı. Nizamnamesiz bir Nizam-ı Cedid olamazdı. Selim'in Nizam-ı Cedid'ini tanımlayan plan ve nizamnameler, Osmanlı politikasında Aydınlanma'nın sistemleştirmeci ruhunun (esprit de systeme) ortaya çıkış noktasını temsil eder; Selim'in Avrupa' da daimi diplomatik temsilcilikler açma kararı (1793), Osmanlı ve Avrupai düşünme tarzları arasındaki bu yakınlaşmayı daha da ilerletti. Nizam-ı Cedid'in planlama ve düzenleme gerektirdiğinin algılanması, Weber'ci anlamda "geleneksel"den "akılcı-yasal" otoriteye geçişin başlangıcını simgeler. Osmanlı terimleriyle ise, nihayetinde yeni düzenlemelere kanun hükmü veren padişahın iradesiydi. Adem-i merkeziyet döneminde iktidarı gıyaben elinde bulundurmuş olan mütegallibe, iktidar üzerinde herhangi bir hak iddia edemezdi. Oysa padişah, eğer yeterince güçlü bir iradeye sahipse, bunu yapabilirdi ve onun bu hakkını yeniden tesis etmesi merkezileşme ve mütegallibenin sonu anlamına geliyordu. III. Selim eskilerini kaldıramadan yeni kurumlar oluşturma girişimiyle, kendini reformlarının tehdidi altındaki müktesep çıkar sahiplerinden gelebilecek saldırılara açık hale getirmiş oluyordu. Tahttan indirilişi de bu durumun bir sonucudur. Cambridge Türkiye Tarihi Carter V.Findley
İnsanoğlu her dönemde ya çizmiş, ya da yazmış. Bu çizimlerden bazıları dünyanın gidişatını değiştiren çizimler haline gelmiş her dönem yaşama etki etmiş.
1730 tarihinde tahta çıkan Sultan I. Mahmud, Patrona Halil ve yandaşlarını ortadan kaldırıp ülkedeki düzeni sağladıktan sonra amcası zamanında başlayan İran dönemi Kuzey (Azerbaycan) ve güney (Irak) hareketi olmak üzere iki cephede devam etti. a. Kuzey (Azerbaycan) Harekâtı Kuzey cephesi komutanı olarak görevlendirilen Hekimoğlu Ali Paşa ikinci defa serdar tayin edilerek, süratle Revan’ın yardımına yetişmesi emredildi. Bu durum üzerine harekete geçen Hekimoğlu Ali Paşa, Kars üzerinden Revan üzerine saldıran İran ordusunu oldukça ağır bir yenilgiye uğrattı. Şah Tahmasb emrindeki 180 bin kişilik kuvvete rağmen geri çekilmeye mecbur kaldı. Ardından Aras’ı geçtikten sonra Üçkilise mevkiinde yine Timur Paşa’nın baskınına uğrayarak, Tebriz’e dönmek zorunda kaldıysa da Ali Paşa’nın Tebriz üzerine geldiğini duyunca burada da tutunamayarak Kazvin taraflarına çekildi. İran ordusunun bütün malzemesini elde eden Ali Paşa, Şah’ın rikâbdarı olan Hüseyin Han’ı esir ederek İstanbul’a gönderdi ve burada sorguya çekilerek idam edildi. Bu zaferin ardından Hekimoğlu Ali Paşa önce İcardılar tarafından oldukça güçlü bir şekilde tahkim edilmiş olan Rurniye kalesini muhasara ederek altmış beş gün sonra fethetti (15 Kasım 1731). Ardından Tebriz üzerine yürüdü ise de, burayı koruyan Safevi komutanı Bisutun Han’ın kaçması sebebiyle Tebriz kalesi savaşsız ele geçirildi (4 Aralık 1731). İran cephesi savaşlarını Tebriz’in işgali ile Bağdat’ın geri alınışını dikkatle izleyen Sultan 1. Mahmud, İncili Köşk’te sık sık toplantılar düzenlemekteydi. “Meşâvere-i Acem” denilen bu toplantılarda alınan bir kararla Sultan I. Mahmud’a “Gazi” lik Unvanı verildi. b. Güney (Irak) Harekâtı ve Kurican Savaşı Güney cephesinde ise padişahın fermanını alan Bağdat valisi Ahmed Paşa Irak-ı Acem’e ilerledi. İran kuvvetleri karşılık vermeden çekilip dağıldıkları için Kirmanşah savaşsız işgal edilerek (30 Temmuz 1731) çok sayıda top ve cephane ele geçirildi. Ardından Ahmed Paşa’nın Hemedan üzerine yürümesi üzerine Tahmasb Şah, Tebriz’den Kazvin’e geldi. Eylül ayı başlarında Hemedan’a gelen Ahmed Paşa’ya Şah tarafından barış isteyen mektuplar geldi1. Barış teklifi kabul edilmeyince 15 Eylül’de 40 bin kişilik büyük bir orduyla geldi. İki ordu arasındaki meydan savaşı Hemedan’a altı saat mesafede bulunan Kurican bölgesinde cereyan ederken savaş sonucunda İran büyük bir yenilgiye uğradı . Savaştan sonra yirmibin kadar zayiat veren İran ordusunda Şah beşyüz kadar adamıyla kaçarken Kazvin ve Şiraz hanları da maktuller arasında yer alıyordu . Savaş sonucunda Hemedan’a ilerleyen Ahmed Paşa, Safevi kuvvetlerinin bırakıp kaçtığı bu bölgeyi mukavemetsiz işgal etti (18 Eylül 1731 ) Nadir Şah 1735'te Kafkasları denetim atına aldı ve bu sırada ilgisi bir kez daha batı cephesine yönelen Osmanlılarla barış yaptı. Doğu sınırındaki Şii-Sünni düğümü etrafında dönen uzun diplomatik manevralar ve seferlerin Bağdat ve Musul'daki yerel elitlere etkisi son zamanlarda araştırmacıların ilgisini çekmiştir; ancak sefer tarihleri yazılmayı beklemektedir. 1736-1739 Avusturya-Rus-Osmanlı Savaşı, Osmanlıların o dönemde karşılaştığı güçlükleri birçok bakımdan gösterir. Rusların Osmanlıları Prut Antlaşması'nı ihlal eden Tatar saldırılarını önleyememekle suçlayan bir ültimatom vermesinin ardından, Mayıs 1736'da savaş ilan edildi. Rusların Azak (1736) ve Oçakopta (1737) kazandığı başarılar daha sonra Bender'deki sert Osmanlı direnişiyle tersine döndü. Salgın hastalık ve lojistik kabusu Rusları 1738'de Kırım'dan çekilmeye mecbur etti. Bu uzun seferlerde Rusların 240.000 askerinden 100.000 'ini kaybettiği söylenir. Sultan I.Mahmud ve Dönemi, Uğur Kurtaran, Doktora Tezi. (Alıntı notları, özgün metinde yer almaktadır) Seferberlikte geç kalan Osmanlı ordusu Avusturyalılar Sırbistan'a girdikten sonra Tuna'daki kalelerini korumaya çalıştı. 1737 yılı önemliydi, zira bu tarihte Osmanlılar ile Avusturya Niş ve Bosna için savaştılar. Osmanlılar 1738 ve 1739 yıllarında Belgrad'ı kuşatarak, 1739 yazında Boğdan'ı geçip Hotin'i ele geçiren Ruslara rağmen Tuna'daki savunma hattını yeniden oluşturdular. Özellikle Grocka (Hisarcık) muharebesinden sonra Avusturya ordusundaki düzensizlik ve batı sınırını koruma endişesi artınca Habsburg hükümdarı Belgrad'ı ve Rus müttefiklerini terk ederek Eylül' de ayrı bir barış antlaşması imzaladı. Kış şartlarından ve yeni bir Osmanlı seferinden korkan Ruslar Osmanlıya karşı genel bir isyanın patlak vermesini bekliyorlardı, ama bu gerçekleşmeyince Ekim 1739' da kendi barış antlaşmalarını imzaladılar. Tuna ve Sava nehirleri yeniden Avusturya-Osmanlı sınırını oluşturdu. Ruslar Azak kalesini teslim edip Karadeniz ticareti ile savaş gemilerini terk etmeye mecbur kaldı. Belgrad ve Azak'ın yeniden ele geçirilmesi Osmanlıların üstünlük duygusunu pekiştirerek güçlerinin gerçek durumunu, ateş gücünde süregiden yetersizliklerini ve prensliklerin bulunduğu sınır bölgelerindeki nazik durumu görmemelerine neden oldu. I. Mahmud’a Karşı İsyan 1736-1739 arasındaki Avusturya ve Rusya ile olan savaşlarda zafer kazanılıp, Belgrad yeniden fethedilmişti. Barış antlaşmaları imzalandıktan sonra terhis olan askerlerin büyük bir kısmı İstanbul’a akın etti. Ayrıca savaşta zarar görenler de şehre göçtüğünden İstanbul’daki nüfusta büyük bir artış yaşandı. Göç yüzünden 1739 kışında İstanbul'un gıda ihtiyacını karşılamakta sıkıntılar ortaya çıktı. Kışın şiddetinden dolayı yollar kapandı ve bu da zahire naklini daha da zorlaştırdı. Alınan tedbirlere rağmen her geçen gün sıkıntının artması, gıda ürünlerinin büyük bir kısmının karaborsaya düşmesi üzerine şehirde kundaklamalar hızla arttı. Sıkıntının 1740 Haziran’ına kadar giderilememesi üzerine 6 Haziran 1740’da İstanbul’da büyük bir isyan başladı. İsyan ilk olarak Sipahi Çarşısı’nda ortaya çıktı. Sayıları oldukça az olan asiler çarşıdaki dükkânları yağmalayıp, esnafa zorla kepenk kapattırdılar. I. Mahmud, isyan çıktığında Hünkâr Iskelesi’nde gezideydi. Sadrazam Hacı İvaz Mehmed Paşa ise Sadâbâd’daydı. Bu yüzden isyana hemen müdahale edilemedi. … Saraya dönen I. Mahmud devlet adamlarıyla durumu görüştü. Asilerin şehrin muhtelif yerlerine çıkarılacak devriyelerle ortadan kaldırılması kararlaştırıldı. Bu karar üzerine 6 Haziran 1740 gecesi baskınlar düzenlenerek, asilerin bir kısmı tu- tuklanırken bir kısmı da öldürüldü. Böylece isyan büyümeden bastırıldı fakat isyanı bastırmada gerekli tedbirleri almadığı gerekçesiyle 23 Haziran 1740’da Sadrazam Hacı İvaz Mehmed Paşa azledildi ve yerine Nişancı Ahmed Paşa tayin edildi. Bu isyandan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda önemli bir uygulama başlatıldı ve padişah yayınladığı bir emirname ile Hacı İvaz Mehmed Paşa’nın neden azledildiğini yeniçeri, silahdar, topçu, top arabacısı ve humbaracı ocakları ağalarına haber verdi. A.Ö.F. Modernleşme ihtiyacını gidermek için Avrupa kökenli komutanlar orduda istihdam edildi. Bu uzmanlardan biri de Müslüman olduktan sonra Ahmed adını alan ve tarihimize Humbaracı Ahmed Paşa olarak geçen Claude-Aleksandre Comte de Bonnevale’di. Bonneval, 1731’de Humbaracı Ocağı’nın başına getirildi ve bu ocağı Avrupaî usullerle modernize etmeye çalıştı. Humbaracı Ocağı, doğrudan sadrazamın nezaretine bırakıldı ve Üsküdar’da bir kışla inşa edilerek, ocak askerleri burada eğitilmeye başlandı. Ahmed Paşa’nın humbaracılık sanatındaki eğitim ve öğretimi hesap ve hendeseye dayanmaktaydı. Humbarahane’de geometri dersi de veriliyordu. Buraya hasekilerden ve Boğaziçi bostancılarından da öğrenci seçildi ve böylece Humbarahane bir askeri okul şeklini aldı. Diğer taraftan Humbaracıbaşı Ahmed Paşa bu faaliyetleri esnasında zamanın en ileri tekniğine uygun 100 adet humbara havanı ve 50 bin adet humbara döktürdü. Bu teşebbüsler, Ahmed Paşa 1747’de öldükten sonra giderek terkedildi. A.Ö.F. Ahmet Paşa kurduğu topçu ocağının askerlerini 1736’da Avusturya’ya karşı sefere çıkardıysa da yeniçerilerin karşı çıkmaları ve Ahmet Paşa ile Sadrazam Silahdar Mehmed Paşa arasında çıkan anlaşmazlıklar sonucunda Ahmet Paşa Kastamonu’ya sürgün edilirken, okul ve öğrencilerinin ödenekleri de kesildi. Ancak Silahdar’dan sonra göreve gelen sadrazamlar, Humbaraca’yı tekrar göreve getirmişler ve 1747’de ölümüne kadar burada kalmıştır. Açtığı okul bir süre daha yönetildiyse de giderek artan yeniçeri muhalefeti sonucunda 1750’de kapatıldı.
Mehmed, Çanakkale Boğazı'nı iki kez geçti ve yerel müttefiklerle takviye edilen ordusuyla 1413'te Musa'yı alt etti: Artık tek başına hükümdardı (1413-1421). Musa'nın mali kaynak ihtiyacı yüzünden kendi destekçilerinden bazılarını öfkelendirdiği söylenir. Eğer bu doğruysa potansiyel hükümdarla yerel bey arasındaki bağın bu değişken dönemde ne denli zayıf olduğunu görebiliriz. Çin'e bir sefer planlayan Timur çoktan ölmüştü ve artık hesaba katılması gereken en önemli güç Osmanlı padişahıydı. Ona kendi başına direnebilecek hiçbir Balkan gücü yoktu. Mehmed, Anadolu'yu üs edinmişti ve bu bölgenin güvenliğini garanti altına almak her şeyden önce geliyordu. Fetret devrinin ardından nihayet tek başına tahta çıkan I. Mehmed, Osmanlı Devleti’ni ihya etmek için saltanatı boyunca karşılıklı dengeleri ustaca gözeten nazik ve ölçülü bir siyaset takip etti. I. Mehmed, 1413’te Edirne’de kabul ettiği Bizans, Sırbistan, Eflâk, Mora despotluğu ve Atina prensliği gibi tabi devletlerin elçilerine dostluk ve barış sözü vererek iktidarının çatışmadan mümkün olduğunca uzak kalmaya yönelik arzusunu beyan etti. Tahta sağlam şekilde yerleşen I. Mehmed’in ilk hedefi, Osmanlı hâkimiyetini yeniden tesis etmeyi istediği Anadolu oldu. A.Ö.F. Musa'yı yendikten bir yıl sonra Anadolu' da sefere çıktı, batıdaki beyliklerin sadakatini güvenceye aldı ve Cüneyd adlı birinin Ephesus'da kurduğu beyliğe son verdi. Geride, Bursa'yı kuşatmış ve kentin çoğunu yerle bir etmiş Karaman Beyliği kalmıştı. 1415'in sonuna gelindiğinde Karaman, Osmanlı'ya büyük ölçüde boyun eğmişti ve Bayezid'in vasiyeti yeniden düzenleniyordu. Bu sırada Mehmed'in ağabeyi Mustafa olduğunu iddia eden, Timur'un Semerkant'a götürmüş olduğu bir adam peyda olup Cüneyd'e katıldı. Cüneyd, İzmir'de teslim olmasının karşılığında kendisine bahşedilen Nikopolis valiliğini sürdürüyordu. Sonunda ikisi 1416'da Thessalonike'de hapsedildi. Il. Manuel onları hapiste tutmakta kararlıydı. Bunun ardından Osmanlılar 1417'de Karaman Beyliği'yle ilgilenecek duruma geldi ve beyliğe diz çöktürdü. Osmanlı kuvvetleri çok geçmeden Eflak ve Macar hükümdarlarının ülkelerine akınlar düzenleyerek Eflak'tan haraç aldı. Mehmed'in saltanatının son birkaç yılı hastalıkla ve seçtiği ardılı olan oğlu Murad'ın tahta çıkmasına Mustafa'nın itiraz etmesini engellemeye yönelik çabalarla geçmiş gibi görünüyor.
“Harita 1: Yahudiler'in tarihsel süreçteki sürgün ve göç yollarını göstermektedir.”